Üzüm yarasıMil yeşili kelimelerin dili alâ çığlık Sesini tonlar kuytu niceliğiyle mevsime Derin,çok derin sırrın sarmaşığıyla düğümleniyorum ruhumun Ve örtüyorum geceyi sayıklayan kısık ışıklı odayı üzerime Bazı sözler ki karanlığı emer Ateş ve kum tadında demlenir zaman/ Zaman sessizce uzanır yola Kanayan ıslıklarımız Düşlerimiz kadar çocuk uyumayan.. -sevişmek ayıp değildi Saklarken yüzümüzü ıssız ağaçlar- Içimde kavil sessizliğin sarhoş heceleri Üzüm yarası ki,kabuğunda aşk kokusu Yüzüme çınlayan sabah Öyle tane tane Öyle pürüzsüz Berk adımlarla dağları yırta yırta yürüyorum Zaman kırılıyor esnetmekten masalları Siyah atlar alnımın perçeminde silkeliyor kanatlarını Gözlerimin deniz diriliğine duraksayıp Içinde durulanıyorum aldırmadan apak saçlarıma.. Üflesin kulağıma gizini çöl ve duvar Değişsin çiçeklerin rengi kıvamınca Iki bedenin dans etmesi misali Akşam dudaklarına taşıyorum başakları Çoğalıyorum... Bakışlarımda doğuyor olgun gölgelikler Ahh.. Gökyüzünün hamağından çıkarıp ellerimi Çek gözlerimi yankılara Ki Ben oralarda bazı bazı Üzerini örtüyorum çocukluğumun Iyileşiyor yara ....... |
Kaç kelime kaldı elimizde, şimdi?
Kaç sevilmek eskidi, kuytusunda mazinin?
Çocukluğum, yavaşlayıp duran, hep s/b/ende kalan...
Çok saygımla.