Hasbihalrüzgarlı iklim eteklerinde sevda içimi doyurduğunda günahla sevaplarım gövdelerinin başlarında güneşle ay’ı giydiler hiçbirşeye benzemediler kalbim/siz kendi ağızlarında aydınlık karanlığı doldurduğunda geceye çatık kaşlı esmer tenlerdi onlar kuşkusuzca öpüşürlerdi yalnızlığımın beyaza çalan tepelerinde iki güvercin gibi... ruhum zeytin gözlerle seslenirken sabahlara dökülen seraplardan hayatı dinledi bir yanımdan çiçekler tutuşunca delirmiş sulara kuzeye sarıldı aynalarda kapkara elim fırlatıp attı uçurumlar vakitlere beni durdum! geçmiş nefesiyle uzandığında derinliğime heykelden bedenleri olan şehrime indim bütün aşklarım geceye öldü gözleri öyle yüz ve güz masallardı ki resimler çizdim çıplak tenlerine badem badem döküldü yaralarım kıyamet estirdi adı asya olan gür kuşlarım sahi adım Asya sizin göç ettiğiniz topraklardan geldim daha dün çapanı elinde yaşlı kadındım akan an’ların nabzını dinlerken yüreğinizle hasbihaldi ruhum babam yağmur gibi başımda duadayken üstelik annem yeşil hırkalar ördü melek ve şeytanların sırtına/ sırtımda ayaza duran çocukların gülüşü ki yüzümün zonklamalarında ince uzun damardılar beni kamburdan anılara kamçılayan ne çıbanlar doğurdum sancılarla caddelere evvel zamanlar ben bildiklerimi farketmedi alıp iç çeken kelimelerimi üzgün bir ışığın altına küçücük nülüferlerin kalbini kırdılar kıraçlarda yalnız kaldı mavi şarkılar yürüdüğüm yollar denizsiz/penceresiz eli ayağı olmayan aklım artık uçuklamıyordu dudaklarımın kıyısında kımıldamayan ölüm beni çağıran uykularımdı ..... |
İçdökümü eti yontuları gibi, taşa sonsuzluk esvabı giydiren...
Hani Şair demiş ya;
Öldük ölümden bir şey umarak...
Çok saygımla.