Kırbaçbir savaş meydanında binlerce mermi dolanıyor da çarpmıyor biri ötekine gibi avurdumda mahpus binlerce sözcük nehirden ayıkladığım çakıl taşlarını koyuyorum alnıma içimdeki kor ateşi dindirir diye belki -dinmiyor,dindiremiyor- şakağıma inen keskin kırbaç darbesi "zaman" şahdamarımda soğuk ay ışığı uyuyamıyorum hiçbir hülyaya uyusam düşeceğim sanki o dipsiz kuyuya kesik kesik öksürüklerim bozuyor gecenin ölüm sessizliğini başını koyduğun göğsüm şuram,tam şuram dediğim yerde barbarlar cenge tutuşmuş gibi çatırdıyor kaburgalarım etime batan yokluğun paslı bir bıçak olup yokluyor incecik dudağının tavaf ettiği boynumu ayraç yapıyorum hüznümü nerede kaldığımı unuttuğum kitaplara uykuyla uyanıklık arası bir yerde çırpınıp duruyorum kafası gövdesinden koparılmış bir kuş gibi çarpa çarpa duvarlara -bir tebessümüne bin şiiri feda ederdim oysa- yağmur damlalarını topluyorum şimdi geceden daha çok yaklaşıyorum Tanrıya -yoksun- uzun bir sessizlik oluyor sonra bastırdığım her çığlık tufan bir kelebeğin düşünü mü gördüm yoksa yeltenmiyorum yırtılan kozamı onarmaya şimdi sen orada o kalabalık kentin üryan yalnızlığında iki kişilik yaşamaya çalışırken yarım kalmışlığımızı anlatamazsın sokak kedilerine sen bende azala azala çoğalan bir şeysin aşk desem değilsin sarınsam da yokluğunun soğuk yorganına yutkuna yutkuna şükre sebepsin ... Necat Uslu |