Taraçakır’ların yanık kokulu göğsünde ay’ın yöresinde oynayan çıplak omzum.. düş sularıyla ağaçları derinleştiren uçurum uykusu dudaklarımda taraça sessizliği yılgınlığım,uzakta bir ıssızlığın gürültüsü gözyaşımın çelimsiz tarlasında yağmur kırığı mızrab yüzüm kan karanlığı yol içinden geçiyorum gülümsü kentin perdelerin iklimsel masalıyla sözcükler söküyorum güneşin alnından ince sızının dar yokuşunda parça parça avuçlarına düşenim susuşlarım savrulurken boşluğuna nefesim asılır sırtına gece,ateş yıldızları arasında gök şarabı gözlerimde körkandil dilimde dağ harmanlı sır nur’lu hasretin gümüş bedeninde aşk güneşe kul gölgeden su içiyorum bir gececik de olsa gel hiçbir yolculuk taşımazken bizi yerli yerinde yakarış gibi göç dilimin kesiğine geç sararan filizleri tara saçlarımı rüzgarınla nefesimde küllenmiş yeşil tütünlü zaman buğulu bir at şafak akşamların Tesbih çiçeğinde kuşlar bir ninniyle ezberlediğinde ruhumu sesimde rüzgarın ay ılıklığıyla dön kimsesiz koyaklarımı sele kapılan mevsimin unutkan aklında deli yalnızlığım sarmışıklarca kollarına sar ömrümü ...... |
İnciler saldı deyadan...
Zaman inci zamanı, uzun dalgınlıklar, ben...
Günü resmetmiş şair, renk ve zaman kuşağı...
Zamandan sessiz geçen loşluk...
Derin terennümler, kelmiesiz sessiz...
Çok saygımla.