Sarı ağaçSessizliğin ten terinde dizesi eksik akşamlar şiir kokan ellerime şehrin sokaklarıyla girer hani özlersin dili tutulan uçurtmalarda sabrı kuşanmış perdeyi esmer çığlıkların uçurum kavgası çarmıhına düş çocuklarını sererken hani gölgeler genişler saçağında şarkılarla büyür papatya kokusunda ölüm karışır her şey birbirine de doğrulamazsın kıyıdaki camın yarısına sis çökmüş seyrettiğim ihmaller kuşsuz iklimlerin efkar yolu dönelim ve kaçıralım sularını hayallerin ikizine berrak bir baharla ısıt gözlerimi güneş ay dördün ilk dördünde kadife güller.. kar yağarken gece kamaşığı bakışlarına çarpıp duruyorum bir fısıltıyla kavrayıp uykunu nehirler seriyorum rüzgârın şalvarı desenli çiçekler açarken her şey hızla yaşlanmakta bana ne gölgelerin aşınmış sahnelerinden salkım bağlarının iri tanelerinde sıcak fenerli yalnızlığın penceresine aydınlığını vurur toprağın buğu sırrıyla sallanan boşluk göğsümün sarı ağacı ayna yüklü sayıklaması içimdeki masal’a eğilip durmaktayım cümlelerimin çizdiği hamağa avuçlarıma çözülen dünya ıslak dudaklarıma sarılı su gecelerce buğday büyüten utangaç bir yağmur yağıyor ruhumun zakkumlu kozasına damlasında omuzlarım öyle güzel bahçe kalbindeki tohumu bana büyüt çocuk ..... |
Kendine kendine yürümüş yalnızlık
Sevda militanlarının duvar yazılarında
Sus emri.
Dilinin döndüğü kadar!
//esmer çığlıkların uçurum kavgası//
Boşluğun bile boşlukta olmadığı kainat çığlıkları
Duyumsuz/doyumsuz.
"Bir kelimeye, bin anlam yüklediğimde sana seslenecegim" demiş Ö.Asaf.
//kalbindeki tohumu bana büyüt çocuk//
Beş kelime
Beş bin anlam değerinde
Sevgiyle elbette
.....