Yaşanmış anılar 4
Adım başı özlem adım başı çile
nice dilsizler gelmişti burada aşk ile dile bir kuş uçumu mesafesiydi alınan yol onunla mana buldu alem Şu kurak uçsuz bucaksız çöl uzanır sevgiliye şimdi, göz yaşıyla uzanır bir çift günahkar kol hadi tut elimi ey sevgili eşiğindeyim ulu kapının savursanda beni yeller misali sen ki makamı İbrahimi kucaklayan yar yönüm sen,mihrabım sen sen kara örtülü nurlu mekanım sendin ilk kıblem beytül makdiz,beytül haramım Madde aleminden, mana alemineydi hicretim ve ben gönlü yaralı garip yaratılmış en şerefli varlık böyle bir garip Adem’im yaşadığım anlardan kesitlerdi, beyaz kağıda yazılan kara kalemle satır satır sayfa sayfa kah gülüp eğleniyordum kimi zaman kah göz yaşlarına boğuluyordum bürünürken hüzünlü hale kaderim olan yalnızlık ve ben. Bedenim mesken tutmuşken dünyayı ruhum kat etmekteydi gökleri oradan seyre daldım şu bilinmez alemi, yalandan ibaret kahır dolu dünyayı Dünya mavi ile yeşilin gergef olup,umudun nakış nakış işlendiği koskoca bir yalan bunca yalanın ortasında bir başınadır insan ne çalacak kapım kaldı ne uzanacağım bir tek el şimdi yalnızlığım sade dost dost bildiklerm birer birer oldu el mısraları ıslatırken susuzluktan kurumuş çatlayan dudaklarımı aşkın esen yeline Henüz yeni yelken açıyor, aşka hasret kalmış divane sarsın bomboş kucaklarımı Aşk, dilin bir nefeslik hecesi aşk, buzulları alev alev yakan kor aşk, zamansız la mekan ne gündüzü belli ne de gecesi aşk, aşktı ötelerin ötesi Böyle bir sevda böyle bir tutkuydu bendeki tarifi imkansız boğulurcasına çekiyordum içime her nefeste onu ara ara yüklendiğinde kelimeler dağ misali üstüme gül kokulu yar yanında bulurdum kendimi Toprağa bezenmiş haldeydi bedenim her ahıma bir türkü yakılırdı dillerde her türküde bin alem dolaşırdı bu garip yüreği yaralı,kanayan gönüllerde. Ardından uzun uzadıya uzanırdı yollar yılan misali kıvrılarak kıvrım,kıvrım omzumda siyah asılı valiz içinde dizili umutlarım kah Antep’in yollarını aşındırırdı ayaklarım kah sultanlar diyarı konyanın asfaltlarını Saplarken güneş beynime ateşten oklarını ter boşalırdı yüzümden boncuk boncuk tenimin en ücra yerine ulaşırdı mola yerimdi her kapını eşiği dokunurken parmaklarım çelik kapının tokmağına ziline bin dua dökülürdü dilimden ansızın onun izniyle açılırdı elbetteki kapılar onun izniyle açılırdı, ben gibi garibin birine İlk ben Murat diye başlardım söze kekeleyerek arada bir sonra klasik tanışma faslı derken koyulaşırdı muhabbet çayın buğusuna karışırdı kimi zaman kahvenin kokusu köpük köpük bir kaç mısra ötede şiir bekliyor sırasını heyecanlı yüzleri bize dönük... Murat Çetin |