Fetih...
Muhtemelen birbirimizi hiç görmeyeceğiz, tanımayacağız. Sadece yazdıklarınız kadar tanıyabileceğim sizi, ne kadar acı birşey bu benim için, bir bilseniz! Harflerle adım adım çoğalacaksın içimde, kelimelerle bütün bedeniniz oluşacak ve cümleleriniz ruhunuz olacak. Dokunmadan, okuyarak seveceğiz birbirimizi, anlayarak sevişeceğiz.
Peki , güzelliğiniz karşısında alfabenin güçsüz kaldığı, harflerin cılız, kelimelerin yetersiz, cümlelerin yitik kaldığı o anlatmanın bir yolu olmayan güzelliğinizden mahrum kalmamın acısını nasıl dindirebilirim? Okuyarak yaşamak yetmiyor bana, hem de var olduğunuzu bilirken! Ben sizin yanınızda hayatımı unuturdum! Kollarında uyumak isterdim, uçsuz bucaksız, deliksiz bir uyku ve uyandığımda güzelliğinizi görmemin sevinci, yeni bir güneş gibi doğardı içimde. Ama ne var ki belki de hiçbir zaman göremeyeceğiz birbirimizi. Sizi, okuduğum kadar yaşayabileceğim. Biliyor musunuz, hayatım boyunca okuduğum ve en beğendiğim, etkilendiğim bir kitap gibisiniz… Bilseydim, bu güne dek hiç kitap okumazdım, yalnızca sizi okumak isterdim. Ezbere bilmek sizi… Karanlık, siyah gecemde yalnızca siz varsınız. Onun için geceleri uyumuyorum. Ne anlatsam bilemedim, gerçi benim öyle anlatmaya değer bir hikayem de yok ya. Eski zamanlarda insanlar ne hoşmuş! Ben kendi çağımı sevmiyorum. "Biliyor musunuz? Ben bu çağdan nefret ettim. Etimle, kemiğimle nefret ettim…" Cahit Zarifoğlu. Cahit’le hislerimiz bu konuda uyuşuyor. Bu dünyanın çivisi çıkmış! Bunlarla canınızı daha fazla sıkmak istemem. Bu hayattan hiçbir şey istemiyorum artık. Çünkü biliyorum ki ne istesem, olmayacak, olmadı da bugüne dek. Onun için sizi de istemiyorum. Yanlış anlamayınız, istiyorum deyince olmuyor ya, istemiyorum diyeyim ki olsun. Bir gün çıkıp gideceğim buralardan, uzağa, çok uzağa. Belki başka bir ülkeye, belki dağın başında bir kulübeye, bilmiyorum ama gideceğim. Yanımda olsaydınız beraber giderdik. Bu insanlardan olabildiğince uzağa, sadece ikimizin olduğu, yemyeşil bir dağ evine. Belki siz şehirleri, kalabalıkları seviyorsunuz, bilmiyorum. Öyle olsaydı, kalırdım, sizinle nere olursa, orada yaşardım. Bana deli demeyin rica ederim. Siz sadece kelimelerde ve dolayısıyla okuduğum için zihnimde varsınız diye. Belki gerçekten varsınızdır, belki ben hiç tanımadığım size , yıllarca işte böyle yazıp duracağım. Ve bir gün çıkacaksınız karşıma, beni tanıdınız mı diye soracaksınız, ben de elbette hayır diyeceğim. Nasıl olur diyeceksiniz, her gece bana onca şey yazdınız, o sözlerinizin muhattabı benim işte , diyeceksiniz. Cevap bile vermeden sarılacağım, sımsıkı sarılacağım size, öpücüklerim varlığınızı baştan sona arşınlayacak tekrar tekrar. Bir tanrıça gibi gökten beni izlediğinizi söyleyeceksiniz bana, hâlime üzüldüğünüzü ve artık dayanamayıp karşıma çıkma kararı aldığınızı. Ama sizin yanınızda hiçbir zaman tanrı olmayacağım ben, kul, âşık bir kul olacağım yalnızca. Ben inanıyorum, siz varsınız ve bir gün karşıma çıkacaksınız. Bu inançla yaşayabilirim ancak. Ben kendimi unutmaya hazırım, yeniden doğmak için göğsünüzde. Peki siz, uyanmak istemez miydiniz her sabah göğsümde ? Bir çember var, ben tam ortasındayım. Etrafımı, hainlikler, kalleşlikler, kötülükler, umutsuzluk, karamsarlık, inançsızlık, sömürücüler, ölüm sarmış. Ama ben mutluyum, inançlıyım. Çünkü beni koruyan , dibe vurmamı engelleyen, bu akbabalara leş olmaktan koruyan o çember, sizsiniz. Ve bir gün yerden olmazsa, gökten inip beni alıp götüreceksiniz. İnanıyorum size ve bekliyorum. Beklerken de , işte bu sözlerle kendimi oyalıyorum. Normalde bana bir adım atandan, ben bin adım kaçardım, uzaklaşırdım. Siz hiç adım atmadan, kalbimi fethettiniz… William Shakespeare’ında dediği gibi ; "Beklemek cehennemdir Ama beklerim seni..." |