Bilmediğim Yerlere...
Zaman büyük bir stratejisttir veya taktikçi. Bizlerin karşısına çıkarttığı şeyler sadece bizi oyalamak içindir ve bizi oyalarken kendi planını sürer devreye.
Onun bildiği en iyi şey, yapmak ve yıkmaktır. Bizi köleleri gibi çalıştırıp, günden güne yıpratır. Ruhumuzu, psikolojimizi bozar, bizi ezer. Sevdiklerimizi bir bir alır yok eder, aynı zamanda büyük bir öğretmendir de. Sabırlıdır , acele etmez hiç. Muma çevirir bizi , aydınlandığımızı veya birilerini, birşeyleri aydınlattığını sandığımız bir muma. Aldatmacadır bu aslında. Bizler kendimizi ışıl ışıl parlayan bir güneş sanarken, damla damla eriyen bir buza dönüşmüşüzdür oysa. Hayatımız ateşler içerisinde geçer. Acılarımız yakar yüreğimizi, yaşadıkça yanarız, kanarız, ağlarız. Ama çoğu zaman farkında değilizdir, düşünmeyiz ve sadece hayatta kalabilmek için her gün işlerimize gideriz. Bu yaşamak sayılır mı? Bilmem. Ama olayın sonunda buz kesilip ölürüz. Cesetler neden buz gibidir? Sanırım bu sorunun cevabı için şöyle diyebiliriz; "Yaşamaktan , yaşamaktan! Aşırı yanmaktan!" Çünkü yanan herşey bir gün söner ve soğur, buz kesilir. Bir gün güneş de buz tutacak, dünya da. Neden? Yaşamaktan, yaşamaktan! İnsanın var olduğu her yerde zaman vardır! İnsan , zamanı yaratandır! İnsan olmasa, nerede zaman, nerede hayat, nerede evren, yer ve gök? Biz varsak var herşey, biz yoksak hiçbir şey yok. Bunu hepimiz biliyoruz nede olsa. Çünkü zamanın yetiştirdiği nice büyük insanlar, dahiler var şu dünyada. Öğretileri , klavuzumuz olacaktır daima. İnsan için zaman bence çok değerlidir. Kimin nasıl değerlendirmesi gerektiğini ben söyleyecek değilim elbette. Ama ben zamanımı, onun ne kadar kısa olduğunun farkında olarak, onu kitap okumakla, müzik dinlemekle ve içki, sigara içmekle geçireceğim. Ötesinde ki bir çok şeyi denedim, çılgınca şeyler yaptım, bir çok şeyi tattım ve bu şeylere ait olmadığımı anladım. Şimdi biliyoruz ki hayatımızı üzerimizden çıkartıp atamayız, yazgımızı değiştiremeyiz. Neden, ne için ve nasıl sorularının arkasında ki sır perdesini göremeyiz. O zaman gök yerinde kalsın, yer yerinde. Yani biz bu dünyada yaşıyoruz, biz bu bedende varız, o kadar. Bizi yalnızca dünyamız ve kendimiz ilgilendirmeli, evrenler kendi evine, biz kendi evimize. Boşa dememişler, evli evine, köylü köyüne. Zamanın kollarında eriyip giderken, yolculuğuma eşlik edebilecek en iyi şey, kitap, müzik, içki ve sigara diye düşündüm bu yüzden. Öğrenmem gerek, hayâl kurmam gerek, arkamda benim varolduğumu kanıtlayan sözler bırakmam gerek. Ve ancak böyle sükûnete erebilir ve yok oluşumun yakıcı ateşini benliğimde biraz olsun hafifletebilirim. Benden sonra gelecek kuşağın hiç tanımadığı, hiç bir şey olamayan biri yerine, onların kalbine dokunan, ruhunu okşayan, ölü bile olsam onları anlayan biri olmayı arzuluyorum. Yaşadığım müddetçe, hayatlar, karakterler yaratıp yok edeceğim. Her hikayemin bir niteliği , bir öğretisi olacak. Hiçliğin Kitabı’ adlı romanımı bitirince , ki bitmesine çok az kaldı, geçmiş zamanların insanları , eğer bir yerlerden gözetliyorlarsa beni, helâl olsun diyebilecekler bana. Emeğimizin, mücadelemizin yeni veliahtı, anlamlı , onurlu hayat çabamızın yeni imparatoru diyebilecekler. Hayatını boş şeylerle geçirmeyen, bütün dünya için hizmet eden, bencil olmayan, ne zaman umutsuzluğa düşse oradan kurtulmayı başaran, her canlıya saygı ve sevgiyi aşılayan yeni imparator tahtına oturdu, taht boş kalmadı, zamanın içerisinde kül olmadı diyebilecekler gönül rahatlığıyla... Akıl, gönül ve yürek imparatorluğudur bu imparatorluk. Ben onların efendileri değil, hizmetçileri olacağım. Imparator deyişim, bunu ifade ediyor. Inanıyorum ki gelecek yüzyıllar da, insanlar çok daha yalnızlaşacak, hayatı daha anlamlı yaşayacak. Kendini tanıyacak, dünyayı ve canlıları anlayacak ve zamanın ne kadar kısa olduğunu görüp, daha onurlu, daha anlamlı bir hayat için çalışacak. Bunları farketmeleri için , daha saygın bir dünya için, veriyorum kalabalığımı ölüme. Ve yalnızlık ile yaşıyorum. Sosyal insanlar bütün bunlara ulaşamaz veya çok geç bir zamanda ulaşır, o saatten sonrada pek işe yaramaz ulaşmaları. Anlamsız bir hayat yaşayıp ölmek koyar insana, ama bir ideal , bir amaç uğruna yaşamak o kadar koymaz. Neyiz, ne değiliz, ne kadar varız, ne yapmalıyız, nasıl yaşamalı, nasıl davranmalıyız, herşeyi öğrenmeliyiz. Kimseye zararı olmayan her hazzı tatmalıyız, paylaşmayı ilke edinmeli, haklarımızı sömürtmemeliyiz. Ne bir diktatör, ne zalim bir kral, ne de zengin birisi yok ki ölümsüz olsun. Korkmamalıyız, yılmamalıyız, bizim olanı almalıyız. Kendimizi ve çevremizi bilinçlendirmeliyiz. Bilgi paylaşımı da yapmalıyız. Hep beraber türküler, şarkılar söylemeli, yüksek sesle şiirler okumalıyız. Sanat, insana insan olduğunu hatırlatan yegane şeydir. Sanat, barışı, onuru ve adaleti temsil eden yegane şeydir. Sanata ciddi değer vermeliyiz, bilime ve canlılara da olduğu gibi. Bir şiir yazmak istiyorum şimdi cümlelerimi sonlandırırken; " Kelebeklerim uçtu gitti, nereye bilmem, Yalvarırım sen gitme bilmediğim yerlere, Nice zamandır günlerim sensiz geçti gitti, nereye bilmem, İçten içe ağlar yanarım, sen gel, dön bana diye. En güzel çağlarımda sensiz kaldım Gülmem gerekirken içime ağladım Kendimi kaybettim, yolumu şaşırdım Gelmeni bekler, yalvarıp yakarırım. Kelebeklerim uçtu gitti, nereye bilmem, Yalvarırım sen gitme bilmediğim yerlere..." |