Bir İnsan Gözü İçin Ağıt
Yaşamın bir yerinden geçmiş Kim’e adanmıştır...
güzüne asfalt dökülmüş siyah bir pencereden dünyaya bakıyor adam aklı bir kasık kasılmasında takılı bir sevişmeyi bağışlar gibi merdiven sayıyordu kadın olmamış bütün anları süpürüyordu dudaklarıyla saksıya muson yağmuru bekliyordu çocuk duymamak için seslerin yayıldığı koridordaki intiharı -gecikiyordu bir insan gözü için zamanın kör karanlığını oymak- deniz uzak mı diyordu adam o an bir şiiri aynasına sırlıyordu kadın üçüncü sınıf bir rujla bekleyişin yanıklarını soyarken düşten küllerini hesaba katmıyordu çocuk sigarasını yakmıyordu adam -aşk bitmeye başlamak değimlidir birazda- durduk yere martı düşünüyordu adam durulan hiçbir anı koluna takamayacağını biliyordu kadın unutulduğu hiçbir anı hesaba katmıyordu çocuk her öpücükte sel basıyordu ruhunu -dünyada beyaz kıta diye bir yer yoktu böyle alabildiğine kar bassın soluğunu daha işgal edilmemişti- çok karasaldı adam her nefeste bir kent kalabalığı arıyordu aklına yeşili düşürüyordu kadın koridora yayılan gıcırtıda uçmayı düşünüyordu çocuk -kefenin pelerin olmadığını bilmiyordu- kol saati zamanı küfleyen bir hal adam uzak olma düşü saklısı kadın Amerikan filmlerinde yağmurda yürümeyi umuyordu adam işkenceli mor-kırmızı göçüğü altında ten yangınında yine bekleriz diyordu kadın annesini uçurtma sanıyordu çocuk inancını kapı eşiğinde öldürdüğü an -bayram sabahını bayraklı bir kapıda öğrendi kimliğinin olmadığını annesine dönerken- soru sormuyordu adam kadın hiç konuşmamıştı biliyordu artık çocuk bulut olmayı düşlüyordu babasını yatağının tavanına çivilediğini anımsadı adam ilk cümlesinde aşk bir yoldur diyordu kadın sofra bezinden pelerin yapıyordu çocuk sokak kedilerini kurtarmaya gözündeki çivi sızısından anladı adam kadın ölürken çocuğa ağıyordu hayat siyah camekanlı gözlerine -hayat rengine kanmak değimlidir birazda- adam gözlerini bıraktığı yeri anımsıyordu renk bilmiyordu çocuk kadın hiç olmamıştı adı hayvan bir sokakta yürüyordu adam kimsenin boyu o kadar uzun sözlü değildi hayatın bir yerinden bağıra çağıra geçiyordu zaman adam kadın çocuk üç ağma birleşen bir ayak sesi saksıları titretiyor adam gün ölü bir tene ağıyordu kadın bir deniz kabuğunda çocuk -görmeyen göz tabut değil midir birazda- gözünde ceset taşıyordu adam üçüncü sayfasında yalan hayat senfonisinin çocuk yosun görmüştü renk nedir biliyordu bir su damlası ömürlerinin toplamı bir mezar bile etmiyordu üç uzak ölüye -et kokarsa tuz basarız, ya tuz kokarsa- K.Y. |
cok siir di
"siir adam..."
farkli bir kalem,ama sen de öylesin..
uzun okudum..
delllendi siir yüregimde,
yine okurum..
yüregine,kalemine sevgiyle