Jan (sızı)maktulüydün doğurduğun bütün aşkların gözlerinden vuruluyordu gece sığınacak gök bulamayan göçmen kuşların kanatlarıyla alacakaranlığında tenimin gezinen parmak uçların kadim bir yaraya dokunur gibi bilinmeyen bir yolu yürüyordu usulca ben çöle vurgun hırçın ve asi soluğun boynumda dağ esintisi denizin uğultusu kulaklarımızda ürperen ay gökte bozuk bir sarkaç sonsuz galaksiler zamansız kayan yıldızlar samanyolu geçiyordu gözlerimizden tutunacak dalımız yoktu şiirden ve aşktan başka sürgündük,tutuklu hayatlarımızda dudak kenarlarımızda teyelli tebessümler bastıramıyordu içimizdeki acıları söylediğimiz her şarkıda ele veriyordu bizi çırılçıplak bir yalnızlık hünerliydik tekil yaşayıp çoğul acılar doğurmakta bu dünya müebbet ceza kırılmalar kırılmalar kırılmalar derin fay çatlaklarını kapatamıyordu hiçbir ecza sızıyordu elem en savunmasız yerlerimizden kaburgalarımızda peygamber sabrı öldürüyorduk bir şeyleri Tanrım ama neyi bilmiyorduk,bilemiyorduk bildiğimiz tek şey vardı terk edemiyorduk inceliği büyüdükçe büyüyordu gözbebekleri gecenin sen vahşi bir kısraktın ben çılgın bedevi saçlarından sızan huzmeleri ellerime doladığım yankılandı kırbaç sesleri aydınlandı oda söndü titrek mum alevleri dişlerim boynunda sustun,ehlileştin başın omzumda yavru bir kedi gibi sokuldun koynuma ciğerlerimizde cenk ateş ve su cennet ve cehennem esti bir rüzgâr inceden su uyudu söndü ateş kırbaç soğudu -iki yabancıydık oysa,köklerimiz kalu bela’da- Necat Uslu |
söndü ateş
kırbaç soğudu
güzel bir şiir okudum ve de keyif aldım
kutluyorum yürek sesinizi
selamlar