Anka/Ra
sakiya camında duran esrarlı gözlerin
kirpiklerinin dekoltesinde süzülün bakışların kızıl kurdeleye sarılmış gün batımlarına uzanıyor karıncalara tırmanma parkuru sarmaşık saçların seni her gördüğümde içimin rahvan tayları ayaklanır kör ebem, topal talihime el verip seke, seke geçerim önünden kapı aralığının basamak boşluğu takılıyor gözlerime tılsımı çözülemeyen duyguların koridorunda duruyorsun öylece bakışların sokağıma bir vahi misali iniyor ve ben vaha çöllerinden sahraya uzanıyorum şaman bir inancın ateşine yel taşır gibi saçların savruldukça içim yanıyor benim adım gibi eminim, delilik bu sen, ağır romanlar okuyup çayla meylenirken zamana meydan okuyan sloganlar yazıyorsun bense, bakışlarının koyu telvesinde acemi falcı şiirle uğurluyorum sokaktan içeriye çekilen gölgeni evel zaman içinde, kalbur deve kamburuna dönüyor sırtımda kendi hayat öyküsünün kahramanı bir kadının bakışlarından geçiyorum manasının taşıdığı ağırlıkta çökerken omuzlarım bedenimin fay hattını sendeleyen adımlarımda keşfediyorum sonradan fark ediyorum, sen beni tamamlayan yanım bense sana ümitsiz vaka, uzak ihtimaller diyarı bir gün, bir sabah gördüm... aydınlık şen dokunuşlar yaparken eteklerine gün ışığı göz rengine boyanırken hayat, soluğunun içselleşen dudağında şekilleniyordu ve bir çayın sıcak yudumunda huzur buluyordun geleceğe ümit taşıyordu gala gülüşlerin bir gün, bir akşam üstü... güneş yanaklarında kızıl utançlar taşırken gölgenin kaldırımları örttüğü vakitlerde henüz gök ay’ı geceye doğurmazken bir yılkı sırtında özgürlüğe kırbaç atan sipahi misali kirpiklerin yayda gerilmiş ok, kaşların tüfek çatığı ağzında şerha acıların tonajla mühimmatı esmer gecelerden kalma bir Anka/Ra gibiydin olsun, ben seni yine de sevdim... |