seni kokundan öpüyorum
sen yoksun…
özlemler kuşanan yüreğimle seni kokundan öpüyorum sol yanım sancılı düşüncelerin en güç patikalarındayım çelişkili sorgularda yitik heyecanlarım elde hazan, kayba gebe zamana yürürken yokluğunu ısmarladığın günlerden kalan hezeyanlar yaşıyorum şeytanın ateşinde kavrulan firavun kadar yakıyorsun canımı dudakları çatlamış toprağın koynuna damla misali düşüyorum hakkettiğim reva gördüğün değil sevgili havva’ya kanan adem kadar pişman, züleyha’nın el attığı yusuf kadar suçsuzum ve ben seni iyi tanırım sevgili senki mezopotanya tutkunu, ortadoğu kadar karışıksın ah anarşist sevdam çatlamış dudaklarımdan beslenip içtiğin kanımla güçleniyorsun oysa ben çatık kaşlarına gönüllü mıhlanmış kirpiklerine asılı yağmurlarda yıkanmışım göğsüme koyduğun ateşte gölgelenirim ve yinede bilirim göğün toprağa yakın olduğu kadar ıraksın ah kıyımım soluma bir kırbaç gibi iniyor gözlerin kirpiklerim hafiften çiseliyor ve duvarlarda nem, nemde kokun burnumun direğini titretiyor yokluğun gölgeleri yükselmiş gecenin koynunda selvi boyun bir ayyaş iştahıyla bakıyorsun güveze boyanmış dudaklarında üç kıvrım biri gel, biri dur, diğeri gelme diyor iki dudağının arasındaki boşluğa düşüyorum ve sahipsiz bir bestede son nakarat bağışla, yokluğuna inat seni kokundan öpüyorum diyor… |