kül ve pasmenzilini yitirmiş göçmen kuşlara takılıp gitmişti düşlerin elbet onların peşine düşecekti gözlerin sen de gidecektin… bir tedirgin ellerin duruyordu bu kentte düşlerinsiz bir de o temmuz yangınında küllenmiş türkülerin biraz da kalmaya meyilli yarım gülüşlerin ama gözlerinsiz…, geç kalmıştı aşk bize ya da biz ona öyle zamansız vurmuştu işte belki biraz tekinsiz… gidecektin bir unutmak kalmıştı avuçlarımda bir de alışmak yokluğuna hem de vuslatı ümitsiz... delilikle velilik arasında kıldan ince kılıçtan keskin o yerde yandım günlerce -üstüm başım kül ve pas- puslu göğünü ağartmak için bilcümlesini hatmettim aşkın tekrar tekrar evvela hasretin her tonunu zerkettim tüm hücrelerime her yokluğunu ezber ettim… zordu elbet mekan’dan çıkıp zaman’dan aşmak ve seni sensiz sevmelere alışmak ellerini neyleyim düşlerin göçteydi yolu yarılamıştı gözlerin oysa seni bütün bütün sevmekti tek derdim ayırmadan düşlerinden koparmadan gülüşlerinden sevmek gibi sevmek işte hani bedeni mülk edinmeden… dedim ki kendi kendime aşk dokunamasan da aşk o şemsiyesine sarılsın varsın sen hasret olup yağdığında varsın ürperip üzerine hırka alsın sen rüzgar olup adını fısıldadığında nasılsa/ gökyüzü her yerde mavi her yerde aynı kuşların dili demem o ki ey kendine sağır bana dilsiz sevgili seni sensiz sevmekte öyle ustalaştım ki yanılıp gelsen inan sen bile bozamazsın dengemi… |