TılsımBeri gelen gözlerinin en açığı Sürüp giden yaşamın yorgun halkalarında Iri gül/ler...koklayıp sabah tazeliğinde soluk çekmek Dalmak taa derine bir bütün içinde Parmaklarımın ucunda inci bir av.. Oysa Gece uzun Geceler karanlık Tılsımlı yay oklarını sapladığında kalbe Semadan düşer fısıltıyla gökyüzü Kilitli ağzımda gülüşlerinin busesi Zamanı gölgelere toplar Uçurumlara koya koya karanlığın dibini/ En çılgın hayallerimin mırıltı türküleriyle Gelirim Gecenin tül dallarını tırmanan güneş Sarışın çocuklarıyla kapılarını açar düşlerin Mevsimlere soyunan ağaçlar Her akşam dallarından kuşlarını yıkar Kuleler inler Ses ve yürek arasında konuşan mutluluk Uzakları yalvartan sessizliğin kırbacında Sevinci diri tutan Ter yarası Giz gibi Sımsıkı tuttuğun sancıdan doğuyor Tarihin ırmağı Yalnızlığın dört duvarını sızlatan yokluğun kabardıkça Sıcak bir türküyle sar Dağların göğsünü Avuçlarımda titreyen yaşın Işık diliyle su ürpermesi Ki, Deli taylar üzerinde çığlıklarım Kentin soluğunu onarır Içine bak gözlerimin Her anlam gül tomurcuklarıyla büyür Isıt yüreğini/yüreğimle |
Şiirde tarzdan tarza geçişler olmuş.
Bendeniz "gül" de kaldım. İster Necatigil'in dokununca solan gülü, ister Haşim'in tanyerinin ağarması ile yazıklandığı "sonsuz iri güller"i olsun. Yapraklarının bir koklayışta solduğu, sevgiliye için titreyerek uzattığın gül senindir.
Öyle diyor Nazan Bekiroğlu; "gül hem neden hem de sonuçtur."
Şiirde de öylece durmuş; bir köşede unutulmuş bir şiir...
Çok saygımla.