yaz...peşim sıra geliyor şairliğim ansızın dikiliyor bahçeye mukadder gül ve kül... size bakıyorum/aynalara aynalar bana ben hep bana mutlak seviyorum dalgınlığımı bir sır ki ölsem de bilmez başka şuur derken kalbimi söküyor aklım gözlerimin göğü kelimelerimde yıldızlar özenle dokuyor belleğimi bodur ağaç olmamak için herkesten önce eskiyorum sokağımı çiçekli dağ yapabilmek için duyuyorum türküsünü dilimin... yollar beni çağırıyor masmavi sessizlik gözlerimden taşıyor boyumca çıkan deniz kıvırcık ve deli ki, heybemde gölgeme yürüyenler ikindilerin kovanından çıkan anılar gönlümüzde konaklar yaz kalemim kurban olduğum duygular gürleştikçe kelebek tadında gülüşler serilir ayaklarıma acılarını anlarım yaz kalbim sana yakışıyor şiir.. gümüşten bir iz/de ışık ve nur varlığımın ziyneti yaz bağrımdaki ağrıyı taze baharları gözlerimdeki ilah parçalarını/ ve çocukları... |
Yaşam düz bir yol; yaşantılar, anılar iki yanında dizili taklar gibi dizilmişse ve yaz pencereleri içinden aşklar, hayal
kırıklıkları, yıldız tozları yağan kıyılar, geçen zamana direnerek hep görünür kalmışlar ise, tüm yaşamım yaz mevsiminin sınırları içinde kalmış demektir. Artık gideceğim bir yer yok.
Varlığı, Mayıstan başlayarak tüm yazda, başladı, yaşandı ve bitti. Güz yokluğunun destanıydı. İki boyutlu bir öykünün yazıcısıydım artık...Varlığının bir nefes gibi; ancak astım krizleri gibi, hani havadan yeterli oksijeni alamamaktan kaynaklanan hallere karşılık geldiği günlerden, tavizsiz, keskin yokluğunun güzlere, teşrinlere, sarı takvimlere pay olduğu günlere bir yolculuktu aslında onlu/onsuz yürüyüşüm.
Neyse; şükür, yaz yaşıyormuş zahir. Yazılmayı bekleyen yaz...Bilinçte, beş duyu ile kalakalan yaz...
İşte şu an yazmak eylemi ile yaz mevsimi barışabilir.
Küslükler...
Barışmalar...
Delice özlem...
Ve yazılmayı bekleyen yaz.
Bencilce yazıyı aldım, çektim nerelere.
Yaşlılık işte. Çokça özürler...
Çok saygımla.