mezarlık tiyatrosu
.
ölümsüzdü karanlığın gizli törenleri tanrısalda arka planın resmiydi yalnızlık nasıl da mükemmeldik hepimiz. tuzağa çekilen tanık gafil avlanan düşman, kendimize hızla koşarken kaçamadığımız kendimiz. şimdi kan saatleri ve daha fazlası, bu kez çok sayfalı, sözün ta kendisi aynı kara safra hayatımı ortaya koyarım ki sur’a üfürüldü hiç canımız. yangınsız cehennemlerde öyle ki naralar atar aklımın en ücra köşesi en mahrem yere inatla ölümle benzer sonu gelmez inleyişlerde kör kuyunun dibinde ıssız düşlere sığınan dünyayı doğuran karanlıktı bedensiz çocukluğum. gebe kalabilseydi toprak şehvet yüklü bulutlardan çağırılan bir ben doğardı sesi, soluğu yorgun cesetlere yansırdı yüzüm... sorma hakkım olsaydı eğer; şeytanın elini tutacak kadar ne yaşadım uyuşmaz vahşiliğimde neydim yeryüzünün yaratılışında ve tapınırken gökyüzüme suç ortaklarım gezinirken ortalıkta ruhumu arıyordu cismim tırnak aralarıma sıkışan bezginliğimle… nicedir çocuk oyununda sözlerim damarlarımı dağlayan kanla cennetten neden kovulduğumu unutup kaçıp içimin hiçliğine bir ağ örüyorum kendime kendimden yenilgim ateş ilk aidiyet su boynumda ölüm tasması köprücüğümde geceden bir kefen. uykuyu yerle bir ediyordu kutsal yalnızlığım hadi adımı söyle de tanışalım yeniden. bir kere daha soruyorum dokunabilmek için Tanrı’ya kimin gösterişli bir tabuta ihtiyacı var... ölüme dönmemek üzere ölüyüm. |