sarı stabilŞiirin hikayesini görmek için tıklayın bir not-
çığlık ve savaş sana dair cümleler biriktiriyordum kadın gibi asil bir geceye benzeyen hikayelerin içinde sadrı buruk küçük kız çocuğunun terkedilmişlik hissi ortasından çatlayan kitabın ölgün cümlesinde başım acılar çamaşır ipine bağlanmış rüzgar gibi ve eski zamanlardan kalma o uykunun dizlerinde gözlerim derinliğince kabaran bu yosun kokusunun dilinde su sesine karışan hırçın özlemlerimi telkin ediyordum kendimce savaş daha henüz başlamıştı, gün doğmadan ölmek yok diyordum heyecanı d/üşüyordu gözlerimin arkasındaki şehrin sırlı ellerin ironik karanlıklara bulandığı an mecburi bir sükunete sarılacaktı tedirginliğimin yortusu devamında burnumun direğinde babamın kokusu işte böyle çatlayacaktı bağrımdaki kuş acısı gök yüzünden al gözlerini beklesin ağzımın kıyısındaki mezarda o anıt yaşamak yemyeşil bir çocuk gibi yürürdü işte tam şuramda hep anlayamadığım insanların göğsünden göçerdim insanlar dolusu cinayetlerim boy verirdi şah damarımdaki ahdimde asırlara benzerdi alnımdaki dik gurur rüyalar göğsümde tutsak gökyüzüydü ecel dudaklarımda ketum bir sır vazgeçişlerim küskün o nehre benzerdi sen hep aynı dün aynı yerde dönerdin dünya gibi vazgeçilmez son gülüşe dönerdi şehirler memleketlerim vardı benim şeffaf bir mavinin üstünde kumdan gemileri inşa edilmiş cam kırıklarında kendinden geçerdi içim ölmek böyle yağmurda ne güzel tutsak bir çiçeği öpüp gökyüzüne adanmak gibi çarmıha gerilen bir avuç toprağın feryadıyla mahpus edilmemiş özgürlükleri zamana bağışlayıp yeniden birikirdim çakıl taşlarının güneşe bakan yüzünde taşların hissi ki sadık bir dost misali toprağı avuçlayıp kalbime basardım yeniden seni tabiatın dili ketum bir heyecana tutulurdu yaşamak ve ölmek için depremler çatlardı terk edilmiş evlerdeki harabe kalıntıları gibi uyanmak ve yeniden devamlılık için dahi söylenirdi çocukluğumdaki peygamber çiçeği koştukça yüzümde çatlayan lunapark heyecanın da tahliye edilmemiş bir tutkunun içinde ve ya yaşatırdım tüm geçmiş yaralarımızı sana benzerdi rüzgarın sur sesi içimden göç tükçe azar azar üşürdü toprak ellerimle severdim inadına seni bilirsin ellere olan tutkusunu ruhumun mizacımda ölmeyen bir alışkanlığımdır damarlarımdaki sadakat mecburi ve bağımlı bir köprü altı yüreğine dönüşmüş olması halimin nehirler içimde intihar etti işte böyle gayri ihtiyari bir tuhaf mevsim vakti suyla buluşan çöl gibi içimde buğday başakları eserdi rüzgarı mı özgür bırak bırak olgun bir ecel sevsin göz yuvarları mı vadilerimde serçe kuş sesleri büyüsün kadınların gökyüzüne benzeyen renkleri ve dağınık orman örtüsü gibi yollarım aydınlık olsun illa sevgilim göçümü alıp gideceğim sende kalan hikayeme el sürme bırak Allah’a varmak kadar yaşasın bu gece ... my |
harika işlenmiş eser üstadım
kutlarım