Yalnızlığa dalış bu fikir sapmaları…
Bekleyip yollara bakıp bakıp,
merak içinde ağlamayacağım… Giydiğin elbisenin rengini, saçlarının rengini merak etmeyeceğim… Önüne bakarak yürüyüşünü, düşünmeyeceğim, sesini unutup, bir şarkıya isim takıp, artık onu sen sesi gibi, dinleyip, ıssızlaşacağım… Sesin kaybolacak, gülüşün kaybolacak, yüzündeki benliğim yok olacak… Gözlerini mi, artık hatırlamayacağım o hüzün bakışını hiç hatırlamayacağım. Sonuçta isimsiz bir yerde mezar taşın ve belirsiz bir yerde mezarın ve sen, var sayarak, yaşayabildiğim kadar yaşayacağım… Sen sevgili, ben, benden aldığın yerdeyim, kısılmış nefesim, solmuş rengim, acılanmış donuk bedenim, kuru kuru bakan gözlerim ve sen ve ben yalnız ikimiz, hep bıraktığın yerdeymiş gibi, bazen bir köşe başı taşında, bazen kurumuş bir kumsalda, sırt üstü yatarken... Bazen karanlık bir gecede, bazen uğultulu rüzgâr altında, senin terk ettiğin şehrin, senin en sevdiğin yerinde, boş bakışların umutsuzluğu, beklentilerin yokluğunda, dünlerden sarkan, bu günleri yaşamamış sayarak, yarınlara atlayan düşüncelerle, artık kendimi de yok sayarak, bu şehrin, seninle gittiğimiz, bir köşesinde, bekliyor olmadan, dar nefesler alacağım… Beni, sen de yok say, benim seni yok saydığım gibi… Derken bulacaksın belki beni… Hoş kal sevdiceğim, dinç kal, sağ kal… Aslında gün karası bir yalnızlığa dalış bu fikir sapmaları… Belki yarın hiç biri kalmayacak, gömülecek bir yerlere, unutulamayasıya… Boşu, doluyu unut, sevgili. Hayatın yalnızlığa dahası borcumuz vardı, ki bu bedel ile yaşanacak, şüphesiz… Ama, bizim için en değerli olan her şey bu gömülüşte çürüyüp gidecek şüphesiz… İşte o zaman da bir kez daha canım acıyacak… Mustafa yılmaz |