Ve giderler ve kararır gün... Ve sonsuzluğa bir kapı açılır...
Ve giderler… …Ve kalırlar… …Ve kararır gün…
Ve …Sonsuzluğa bir kapı açılır… Ve yağmurlar yağar… Ve yağmur ormanlarında dinmeyesiye yağmurlar yağar… Ve hayat devam eder… Yokluk ve yoksunluk karışır birbirine… Bir yerlerde cenaze arabası, bir başka yerde, doğuma giden bir can… Yeniden doğuşa merhaba diyecek bir can… Sirenler çalar… Sanki düğün evi şenlikleri gibi… Sanki can havliyle merhaba diyecek ve ilk tokatla hayata soluk alacak bir bebek bir yeni hayat başlar… Bir yerlerde hayat gömülür toprağa, yığın yığın kızgın toprak atılır üzerine ve bir hayat biter… Ve giderler sessizce, kendi seslerini bile duymadan… Geride kalanların feryatlarını umursamadan… Kaybolan hayatı umursamadan… Geçmişin kökenlerine bakmadan, yüreği delip geçen acılara bakmadan giderler… Giderken de, müstehzi bir gülüşle, pabuç uçlarına bakarak gördün mü terk edebiliyorum seni diyerek güçlü görünürler… Oysa içindeki yangınları oynatırlar. İçlerinden yeniden alevlenmesini geciktirmek için kapatırlar gözlerini usulca… Kalanla giden arasındaki güç denemesine dönüşür… Ben senden güçlüyüm diyerek… Gidenin bütün yumuşatılmış duygularını tutarlar içlerinde daha da güçlenirler. Kalansa aldığı bu emanetin şaşkın koruyuculuğu içinde dön demeden dönerse diyerek bastırır acıları içine… Korkunç bir devinim başlar hayatlarında… Oysa içinde ikisinin de kahır bir yanış başlar içlerinde… Kahretmek, kendine, yaşam ve yaşanılan her şeye ve durmayasıya dönen acı tekerlekleri ile yollar taban altları yanarak tepilir… Bakışlar değişir. Çoğu zaman konuşulanlar anlaşılmaz, sadece içlerinden akan sorulara cevap verirler… Onlarca ve yüzlerce soru aslında cevapsız kalır… Suç ve suçlar aranır iç dünyada ve suçlular aranmaya başlar… Aslında seven iki yürektir, yükleyemez suçu diğerine… Ve veryansın edilir talihe belki de karşılaştıkları o ilk ana lânet edilir ama gene de dökülmez dilden kelimeler… Ve suskunluk başlar… Yağmur ormanlarında buharlaşarak gökyüzüne doğru buharlaşan hayat suları gözlerin kısılmasına ve gözyaşlarının dökülmesine sebep olur… Ve giderler… Ve kalırlar… Her iki yürekte de alaca bir boşluk kalır… Yıllar ve yıllar birbiri ardına sığınır… Kahredilemeyen oysa sıkıştırılmış bir hayat başlar… Birbirlerini düşünürler… Dönemem der biri… Diğeri de Sana dön gel diyecek dilimi duvara çiviyle çaksınlar. Der… Ve inatlaşmadır bu yüreklere ve kelimeleri dökmektir satırlara… Yollar ve yolculuklar başlar… Yolların gizeminde kaybolasıya motor sesleri, tekerlek sesleri arasına karışır düşünceler… Düşüncelerin önündeki gözler gece karanlığındaki gökyüzündeki Ay’a doğru gider… Ve özlenen yüz… özlenen gözler gelir oturur yan camlarına, dikiz aynalarına… Boğuk nefeslerin ardındaki bakışlardır bunlar, hırıltılı ve kendine acıyan… Radyodaki müziğin tınısı götürür eski ama çok eski günlere… Bazıları mutluluktur aslında o zamanlarda dinlenen şarkılar oysa şimdi acı pervazlarına dönüşmüştür çıkan ritimle… Bazılarında göz yaşları tutulamaz ve koyverir kendini sanki arı kovanından çıkan arıların bıraktığı rüzgâr serpintileri gibi ağlarsın… Ağlarsın da sebebini kendin bile bilemezsin… Ve giderler… Ve kalırlar… Hayat ikisi arsından arap saçı gibi kıvrılarak döner durur… Ve giderler… Ve kalırlar… Aşk bitmez… Aşk acıya gider… Aşk acı inlemelerine dönüşür… Mustafa Yılmaz |
…………………… Saygı ve Selamlar.