Oysa hayat kırıp döküp çöktürüp geçip gidiyordu…
Hani yarınlara korkusuz bakacaktık,
hani yarınlar karanlık olmayacaktı, daha kaç kez bakacağız geçmişimizin karanlık günlerine, hani karanlık güneş günleri arkada kalacaktı, hani geçmişin korkaklığı geride kalacaktı bir umut yoksa gelecekten, bir nefes ver bari... Derken hayat sesimizi duymaya pek niyetli değildi galiba ki biz hâlâ hayatın kararmış ışıklı zamanlarını yazıyoruz... Yarınlar vardı dünlerin önüne geçen. Kararmış bir deri ile buruşmuş yıllar yapışmış damarların üstüne. Dünleri unut dediler bize, hep acı hep çile ve hep kurtulmuş düşüncelerin serseriliği. Yarınlar dünlerin aynası idi oysa tam da ibretlik görüntü ile. Ama umursamadık yazdığımız kendi adımıza düşlerle yaşamı. Oysa beklenmiş yarınlar vardı umutlarımızı boşa atan. Bir son bahar yalnızlığı, bir düşmüş yaprak rengi sararmış umutlarımız umutsuzluğa düşerek. Benliğimiz vardı son baharda yorgansız yatmak isteyen. Kışın çıplaklığına özenmiş bir düş rengimiz vardı maviliklerden kurtulmuş. Oysa hayat kırıp döküp çöktürüp geçip gidiyordu. Geçen zamandı asıl derimizi buruşturan veya yarınların yalnızlık korkusuna salan. Tek umut beden terbiyemiz idi. Dayanacaktık çakma acılara, sevgili deşilmelerine ve yarınların varlığına... Bedenimizi örten deşilecek derilerimiz vardı… Alnından terler akıyordu. Dudakları kurumuşlukla kabuk bağlamıştı. Saatlerdir yürüyordu, alnından boşalan terlerini sol elinin ayaları ile siliyordu. Dil ucundaki ıslaklık kayboluyordu, ağzı kuruma çabalarında idi. Ve derin nefesler alırken, sadece geçmişte kalan mutluluklarını hatırlıyor. Kendi kendine mırıldanmaya devam ederken, "iyi yaşadım seni hayat. tekrarı olmayan günleri hediye ettin bana. Artısı, eksisi olmayan günlerdi.” Mutluluğu avuç içlerine sığdırmaya çalışırken, umut doluşuyordu içimden. Garip bir böbürlenme vardı içimde. Sanki “sadece ben yaşayabilirdim gibi yüksünmeler karışıklığında nefesler alıyordum ve beni benden mutluluk adına kıskanıyordum. "Hayat zorluklarının yanında bana mutluluklarını da hediye ettikçe, yarınların özlemi kalmıyordu içimde. Ben hayatın mutluluk ışıkları altında yaşarken, korkular içinde boğuluyordum. Sonuçta vedanın çanları bu sefer benim için çalıyordu. Ve bu çalan çanlar artık mutluluğun ıstıraba dönüşen parçalanmalarının işarteti idi. Gözlerim kararıyor binlerce şekil dolanıyordu göz diplerimde. Kurumuş dudaklarımdan garip bir hayıflanma ile bir veda çümlesi akıyordu asfalta doğru göz yaşlarıma yapışarak. Ve garip bir iç yanışı ile “yarına ertelediğim hoşkal cümlesi akıyordu içime” ben senden, sen benden artık kırıntılar halinde kopuşuyorduk. Her veda cümlesi bizi kayboluşun içine atıyordu. “Hoşça kal sevdiceğim.” Artık gelecek yarınları olmayanların da sahip oldukları bir cümle vardı iki kelimeye sığan, “hoş kal geleceğe sevdiceğim…” Artık yarınlar yoktu sevdiceğim bizim için. Ama dünler vardı tüm yarınlara yetecek. Hayıflanmak boştu, çünkü hiç bir yaşamın tekrarı yoktu, ki bu sevgi de, teklikle kalacaktı bizde. Sadece yarınlar yok dünler vardı bu aşkta. Ve biz bu aşkla bir ömrü sonlandırmak için vardık artık hayatta. Özledim sevdiceğim özledim tüm bana gelişlerini. Sol ayağını kaldırıp bana sarılırken "seni gene özlemişim" deyişlerini özledim. Hayat bize verdiği mutluluğu çok kısa kesti ki vardı bir bilineni. Seni sevmek zaten sonsuza ulaşacaksa, nefret etmekle beraber var olacaksın bende sevdiceğim. Var kalacaksın her halimle bende, “çünkü ben seni ömrüme eklemiştim” bunu da sen hep bilirdin zaten, “sen hayatıma girmiş tüm sevinçlerin üstündeki acılarımdasın” bunu da biliyorsun sevdiceğim... “Hoş kal sevdiceğim, hoş kal…” Vardılar, kendilerini var sayıyorlardı… Var olduklarını bilerek böbürlendiler. Varlıkları ile umut olduklarını sandılar. Gün geldi öyle biri var oldu ki, kendi bile fark etmedi var olduğunu, yürekte olduğunu, yüreklendirildiğini, sadece kendi hayatına gömüldü… Farkındasızlıkla kendi kozasını kendi ördü. Ama var olduğu söylendi usulca kulağına. Değer verdiğini, değerli olduğunu anladı, gülümsedi. Kendi ütopyasını kurdu, kendi kozasından çıktı. Mutllu olduğunu hissettirdi ama aslında mutlu oluyordu. Sevildiğini hissetti. Sevdiğini sandığını hissetti. Bekledi, bekledi inandı sevgiye. Yeniden sevilebileceğine, yarınlara sakladığı mutluluğunu feryat ederek haykırdı. Bozkırda duyanı vardı. Duyulduğunu yüreğinde hissetti. Ve de hissettidi, ki artık gülümsemelerin ucunu dört köşesi işlemeli mendile sarıp sarmalayıp göğsüne bastırdı… Artık yarınları vardı ve yarınlarda yalnız değildi. Haykırdı kendi içsel sesi ile ama sessiz seslerle yüreğine gömerek cümleleri… Gülümsedi, gülümsedikçe huzur kapladı içini “ben de sever, sevilirim” dedi. Ve gözlerini açtı, güzel bir rüya idi. Ve de gerçeğe çok yakındı… “Günaydın yeni gün sabahı” derken, bir yandan da mutluluğunu içinde tekrar hissetti kendini... Yeni gün sabahına günaydın diyerek haykırıyordu, güne doğru bir başka hislerle bakıyordu artık ve karamsar düşünceleri sarmalayıp, ne yapacağını bilemeden öylece sarıldı onlara, aslında hayat ıstırapların içinde de vardı, sadece kendi gücümüzdü bize yetecek ve benliğimizi mutluluğa tetikleyecek. Diğerleri ise sadece bunlara etkendi ki içinden sıyrılmasını bilmekti yaşamı güzelleştirecek... Mustafa yılmaz |