Kimsesiz Kim
masanın üzerine bırakılmış
bir bardak suda bırakıp izini kuşlar üzerine yorumsuz bir düşe razı dışarının soğuğuna yabancı bir kimlikle sıkıcı tüm mavileri eski ve yarım yalnızca kentler biriktirmiş sonrasına kederi bölüşememekle eş tutmuş özrü kabahatinde şiir sanki... kim ki... öylesine yabancı öylesine fütürsuz müsrif zamana yeni yalnızlıklar peşinde uslanmaz bir ölü kül rengi sabahları kendine saklayan kimsesiz bir ihtiyarlıkla avuntulu düşünceli yağmurlara tutkun soba yanarken akşam gelişleri hayatla kirli uykuyla ölümlü bir rüyada kırışık yüzlü kim ki... kavuşmalara denk gelen yeri özürlü balkon kuşlarıyla yetinmekle meşhur işte çiçekleri sulamayı unutmuş bir şair yüreği adımızın yanında efsanesiz bir sonla zedeli kavşak yoksunu kentleri düz bir sevgiyle yoğurup kendi üzerinden de geçti kim ki... artık üşümeyi özlemek yanmayı unutmak zamansızlığı bir de tek ona... evi en sevdiği penceresinden yaralı rüyasız riyakar bir karanlıktan sıyırmış tıpkı sessizliğe gömüp acı kahkahasını yavaş bir ömürle aniden doyurur gibi kaçırdığı kayan yıldızın şavkını bir tek kendi hariç yazgısı yalnızlıktan yamayla oyalı her kim varsa... kim ki... gemi gölgeleri geçer üzerinden bütün kabuslarından annesine yetişir sabahı tozla anımsar ağaç hışırtılarından ezgisi suskusu sonsuzluğa tutkusundan damarları gökkuşağından bir kalpte kıvırcık saçlı bir çocuğu avutur gözleri gözyaşlarına saksı üşümekten terli terlemekten üşütük yatağı adsız mezardan ıssız gülüşü hep bir başkasının artığı her acıdan sorumlu kendine küs ve nedense yine kendisidir son durağı kim ki... kağan işçen... |