ölü şairler sokağı...Sen de gel/sen Suskun bir ağustos sonu bir Pazar günü Henüz güneş vurmadan pencereleri Çalmadan gir açık kapıdan içeri Rüzgar bırak sonradan getirsin kokunu… Masada (iki) gece karası sekiz zeytin, az beyaz peynir, iki dilim ekmek İklimsiz kurulan bir sofra köşesi işte Tavşan kanı çay demlikte nöbet tutar Erkenci yine şafağı uyandıran serçeler Bak unuttum gene gelişinin telaşında yüzümü yıkamayı… .... Bu sabah gelirsin diye dün akşam geçtim “ölü şairler sokağı”ından Şehrin alacakaranlık sessizliğinde kayan yıldızları sayarken dinledim Elinden o hiç düşürmediğin şiir kitaplarına bakarken uzaktan Aktı zaman sallanan perdelerin gerisinde… “Piraye” kadar sevmek seni sürgün memleketlerin birinde Ve bir çınarın altında beklemek Ya da tek bir kitap arasında mahpus kalmış mısralarla bir olup Acı soğanlı görüş gününü beklemek “oy havar..!” demeden… Sana bağlanmadan seveceğimi kirli sakalında nur saklayan hatırlattı Rakı kadar anasona yatırılmış ağdalı sözlerden sıyrılıp Evreni sevmeyi öğrettiğinde ben seni daha da çok sevdim Bu yüzden sen de gel diye sebepsiz hazırladım bu kahve/altıyı… “ bilmiyorum neredeyim , ne haldeyim ,ben kimim, ne haldeyim..” İrkilip kendime geldiğimde karşımda Cemal Safi’nin sesi Gözlerim torbalı kapıda koca bir boşluk Yokluğun içinde bir varlık bıraktığın saksındaki yediveren Anladım bugün de gelmeyeceksin çatıları tepeden izlerken güneş Sen de gel/sen Sokaklara sarı dökmeden eylül Hazır kahvaltı dururken “ölü şairler sokağı” bu kadar benle konuşurken Ya şimdi gel ya da bırak her şiirde sana doyayım… |
Tüm cesaretim serbest yazmaya kalkinca sönüveriyor :)
Olsuuun. Nasil olsa siz varsiniz, de mi?
Bi de Edib Ahmet ile Lemide!
Anmadan gecersem ayip olur. Hakikaten güzel yaziyorlar.
Selam ve SAYGILAR Degerli DostuM...