ölü şairler durağı....Şiirin hikayesini görmek için tıklayın deneme yazsı atamayınca buraya salladım işte...
Yazdan kalma son Pazar bugün, sayısını bir türlü sayamadığım bir mevsimin sonu işte. Sen her zaman yaz mevsimlerini sevmezdin güneş hep yaktığı için tenini. Ben seninle bir ağustos sonu bir söğüdün gölgesinde çarpışıp karşılaştığım için sevdim aslında takvimdeki günleri… Haziran aylarında akşamları neden iple çekip beklediğini şimdi anlamaya başladım sanırım. Dün ben de aynını yaptım tüm pencereleri açtım demli bir çay ısmarladım tıpkı senin gibi kendime…Çağrım sessizce dışarıdan geçen birkaç arkadaşını. Kulağın illa ki çınlamıştır ya da sen kulak kabartmışsındır beyazı tütün sarısına çalmış kireçli duvarlardan yankılanan seslere. Ha unutmadan söyleyeyim; seni utandırmamak adına tam tekmil karşıladım onları. Üç kişiydiler, dördüncüsü az gecikse de.. Senin en sevdiğin benim hiç ilgimi bir türlü çekmeyen vitrindeki bardakların her çeşidinden çıkardım. Hepsi birbirinden memnun kaldı yüzlerinden okudum.Mutfaktaki çay, dolaptaki buz, paketindeki sigara, saksıdaki toprak dışarı çıkmak için alabildiğine sabırsızdı sanki… Yarı kıvırcık az beyaz saçlarını elleriyle tararken pencere kenarındaki saksıdaki begonyaya mırıldandı lambanın altında. Begonyaları senin ne çok sevdiğini bahane edip sana dair sohbet açmak isterken, o benden önce davranıp saksıda duran toprağı gösterdi. Ardından kurumuş dudağı ıslandıkça ıslandı konuştukça. “Bir memleket kadar sevdim.” Dedi bir de gövdesi geniş bir çınar ağacından… Biraz çay doldurdum kendime misafirlere ikramdan sonra. Biri ana sütü kadar beyaz rakısından bir yudum alıp okşadı saçını. Bir begonyaya bir yarısı beyaz kıvırcık saçlıya baktı. “bağlanmayacaksın azizim. Hayat akıp giderken önce çektiğin nefesini seveceksin, sevdiğin şeyler gelirse kendiliğinden gelsin diye. Evren bu kadar güzel konulmuşken masana az yaşayacaksın maviyi hissederek…” Ben sana dair düşüncelerin derinliğine dalarken saçları dökülmüş olan tek söz etti o sohbetin aralığında. Esaret dolu bir hasret prangalı bir tutku, dışarıda görüşme günü acı soğan bir bekleyişten bahsetti. Arif adam olduğu belliydi bu yüzden ağzımı açıp diyemedim senin onu benim kadar çok sevdiğini… Bir sigara daha yakan hemen atladı söze.”Aşk kendini kaybetmektir.” Dedi. Aşk zaaflıktır, ölünecekse yitilecekse yar için olmalı.”Bilmiyorum ne haldeyim nerdeyim ben kimim ayrılırken kimliğim…” Hiçbirine diyemedim benim seni neden düşlediğimi. Belki de bu nedenle senin o çok sevdiğin kitaplıktaki kitaplara ilişti gözlerim.Nasıl ki bir ağustos sonu bir Pazar bu kadar yaklaşmışken sonbaharlı günlere… Merak etme vitrinde bıraktığın bardakları, saksındaki begonyanı, kitaplarını, rüzgarı alsın diye duvarları çift cephe açmamı. Çiçeklerine bakarken (toprağını tazelerken) az Nazım Hikmet, paketi açıkken biraz Cemal Sürreya, pencereler için Ahmet Arif, ve tüm buzları erittim bir taze şiir için Can Yücel eşliğinde . Sen yoktun benden senin okudun kitaplara dokundum. Sonrasında seni sevdiğim kadar sevdim şairleri kendi sesinden dinlemeyi.Korkma sen bıraktğın romanları da okuyacağım…Ağustos sonuna denk gelse de pazarlar. Şimdilik hoşça kal. Yarın sabah sen gelsen de gelmesen de iki kişilik kahvaltı hazırlamalıyım, son bahar gelmeden bir gün önce seni yaşatmak için yeniden dirilmeliyim. Taze bir sarı için seni yeniden sebepsiz sevmeliyim işte yeniden... |