-Gitmek,bazen düşünmek,bazen
yolculuk,bazense yarattığın karakterin düşleriyle oluyor diyorum,
arkadaşım,’Bu mümkün değil’diyor..’Gitmek,biraz umut,biraz daha umut,
biraz daha umut fakat en çok ihanettir’-
Postacısını Kaybetmiş Zamandayız..
Öğleden önce geldiğim kente her zaman ki daireye yerleştim..
Kim bilir neler yaşayacaktım..Neler düşünüp neyin hüzünü çoğaltıp
dönecektim..Zamanın,en azından şu bir kaç gün için öylece,
sessizce akıp geçmesinden başka bir isteğim yoktu..
Pencere kenarına bir kaç menekşe çiçeği ve Smyrna fesleğeni bırakılmış..
Bir süre bir birimizi seyrettik..Çiçekler öylesine canlı ve sevimliydi ki
sanki ben gelmeden az evel getirilmişler gibi..
Afşar Timuçin hoca,’İnsan kendine arka odalar yaratmalı ve gün aşırı
o odalarda intihar etmeli..Öylesine tasarlamalı ki intiharlarını
kalpten beyne tüm kötücül imgeleri öldürmeli..İnsanın niteliksel
devinimi en güzel arka oda intiharlarında olur’ derdi..
Oysa benim o arka odalarımda yalnızca kötücül imgelerimi mi öldürdüğümü
sanıyorsun sen?..
Ben o odalarda eldeğmemiş kaç düşimgemi öldürdüm,bilmezsin..
Ben o odalarda en iyi kendimi öldürüyordum..
Ne zaman o odalara girsem sırrımı boyaynasına anlatırdım sonradan bıraktım..
Aynaların ihaneti gündüz meseleymiş bunu farketmiştim..
Sırlarımı en iyi incir ağacına anlatmaya başlamıştım..
Ve o günden sonra hiçbir çiçek ihanet etmedi bana..
Bundandır yüzçiçek ismini ezberlemem..Kimi şiirlerimde aşk imgesi,
yaşamak imgesi,özlemek ve gelmek imgesi,hatta hüzün imgesinin
eriyerek suya karışan karçiçekleriyle ortak yanı,inatla düşinsanı
kalabilme ısrarından başka bir şey değil..
Gecenin içinde ciddiyetini yitirmiş orkestra şefi gibi bir o yana
bir bu yana sallanıyordum..
Kafamın içinde soru imleri bastırdıkça nerede olduğumu
anlamaya çalışıyordum..
Kafamın içinde biriken soru imleri dört koldan saldırı halindeydi..
Sırtını rüzgara vermiş kumral bir gülüşü takip etmeye koyulmuştum..
Sokaklar yaz kalabalığı,çimenlerde sere serpe mutluluklar,çocuklar
ipini kaçırmış uçurtma gibi oradan oraya koşuşturuyorlar..
Sabaha yakın bir vakit de etrafta kimsecikler kalmamıştı..
Kilometre levhaları geçen yaz olduğu gibi silinik ve bazı harfleri de eksikti..
Birileri gelip beni alsın diye bekledim bir süre..Sonra birden anımsadım,
aslında az evel birilerinden gelmiştim buraya..
’Yürümek,ardına bakmamaktır’ diyor Sevgi Soysal..Yürüyordum fakat,
ardımda bıraktığım her yer yangın yerine dönüşüyordu..
Düşüncenin kesiştiği yerdeydim..Kim bilir belki isteseydim,tüm
zamanların kipi olabilirdim..Yinede gece oldumu sözcükleri
bir akışın içine tereddüt etmeden bırakmayı tercih ediyordum..
Bazı şehirler tenimde sürtük tadında,bunu biliyordum fakat yine de
çarpıp kapısını çıkamıyordum..Korkunç,iğreti bir seneryonun
kostümsüz,diyalogsuz,mekansız kadrajına bodoslama
itilmiş gibiydim..En özendiğim şey Mayakovski’yi terkeden umuttu..
Belkide en mutlu olduğum şey bu olmalı..Peki ne diye
bunca kıyamet?..Bu kentten kente kaçışlarım,salkım salkım özlemler ne diye?..
Orantısız bir hüzün olmalı bu..Orantısız aşklar çağında ’Aşk’
bir dil sürçmesi miydi?..
Yaşamı çıldırasıya örgütlemiş bir adamın hakkından bir cellat gelebilir miydi?..
Gölgene bile sokulabilir miydi?..
Adım adım kulaç kulaç bir zaman..
Sabaha yakın bir vakit de daireye atmıştım kendimi..
Son bir kez pencereden caddeyi izlemeye koyuldum..
Bir süre sabah rüzgarının esintisine bırakmıştım kendimi
fakat rüzgar estikçe üzerime sinmiş kumral bir kokuyu
dağıtıyordu odaya..
Uçup gitmesin diye pencereyi sıkıca kapadım..
Saat başı bir şarkıya dönen müzik kutusunda
T Chapman Stand by Me çalıyordu..
Volümü düşürmekten vazgeçiyordum,bırak dinlesin diyordum içimizdeki
yabancılar..Hatta,umurunda olmadıklarımıza da gelsin..
Nevresimin altına girip öylece,kendimden geçene kadar bekledim..
Küçükken Annemin hayallerinde hep bir mektup mesafesindeydim..
Uzaklardan döndüğünde gönderilmiş mektuplarından çok,
gönderilmemiş mektupları olurdu valizinde..
Heyecanlanırdım..Yanaklarımı avuçiçlerine alır
’Gönderilmeyen mektuplar da gider oğulcuğum’derdi..
Söylesene,hiç yazılmamış mektuplar da gelir mi Anne?..
İnsan ömrünün bir parçasını koparıp alıyorlar kendinden..
Film şeridinden kimi kareleri keser gibi makaslayıveriyorlar..
Bir makas,bir makas daha..Gitti bir kaç yıl..’Gerisini al senin olsun’ der gibi,
yaşa yaşayabilirsen..Peki alınanlar,o makaslanan,bulanık,kendimizin
kurgulamaya çalıştığı kareler?..
Melodisiz,çiçeksiz,mevsimsiz,rüzgarsız bir mevsim devşirdiler üstümüze..
Kırıldı kalbimizin şeffaf camları..
Temmuz’da kalmadı ellerimizde..Bir tek Cumartesi kaldı..
Tek başına..Direnen,dövüşen,düşen..Fakat bir an olsun terketmeyen..
Temmuz belki ilk defa böyle mağrur,böyle kırılgandı..
Ağustos’un ilk haftası ’Yaşamakakta ısrar’ anlamsız bir figüre dönüşüyordu..
Altı Ağustos’ta içimden Cumartesi’nin kulağına fısıldadım;
Beni bir daha dönem filmleri tadında üz üzeceksen..
Yaşamak sahneside oyunun kurallarından farklı değil..
Perde açılır,herkesler bekler..Sanırsın birazdan alkış tufanı kopacak..
Yerden göğe selamlarsın yine de boş gözleri..
Ve toplayıp bütün replikleri bir başına kalırsın sokağın en sevimsiz kedisiyle..
Perde kapanır,boşluğumuza bir vapur yanaşır,usulca girersin gecenin koynuna..
8 Ağustos sahahı,sevgili Özgür aradı,merak etmiş
ne zaman döneceğimi sordu..Merak edilmek sözcüğü dile gelse böyle
sıradan bir cümlenin içinden geçtiği için kaleme kağıda küserdi diye
düşündüm birden..’Merak edilmek^sözcüğü, ’Sevgi’ sözcüğü Gelmek ve
’Özlemek’ sözcüğü hiçbir kağıda kaptıralamayacak kadar izdiham yaratan duygu alaşımıyla yüklü..
Özgür,telefonun diğer ucunda sessizce beni dinlerken tedirginliğini nefes
alış verişinden anlıyordum..Birazdan yola çıkacağım,dedim..
Büyük bir mutlulukla dolmuştu..
’Geldiğinde bana gel olur mu çok seveceğin bir yere götüreceğim seni’
Sahi ben neleri seviyordum,sevmek sözcüğünü en çok neyle özdeşleştiriyordum?..
Bazı zamanlar sözcükler hissedilenin ve yaşanılanın karşısında o kadar zavallı
duruyorlar ki neyi,nasıl ifade edeceğim sancısı çöküyor kalbime..
Bazen umutsuzluğun derinliklerine savruluyoruz,bazen umutla şahlanıyoruz..
Tedirgin bekleyişler ve öfke içiçe..En çok da gecenin ortasında çalacak kapı
ziline ve caddeden geçen araba seslerine kulak kabartırken bahaneler uyduruyorum kendime..
Dönüş yolumda aklımdaki sorular rüzgar yüklü bir geminin dümeninde..
Pırıl pırıl bir Cumartesi akşamüstünde Fürüğ^a sığınalım diyor içsesim..
Levent’te bir şiir ellerimden tutup pusulamı değiştiriyor..
Bizim mahallenin arka caddesinden kıyıya doğru yürüyoruz..
Turgut Uyar şiiri gibiydim..Duramıyordum içimin üstünde..
Akşamüstü pahalı bir cadde de polisler ’güvenliği’ artırmak için kimlik denetimini
artırmışlar..Tepeden tırnağa suça bulanmış bir şiirle el eleyiz..
Adımız afişe,saçlarımız rast makamı,alfabemiz başka dünyadandı..
Bir mısranın tam ortasında durdurulduk..
Cumartesi ve şiir mektubun kulağına fisıldadı..
Beni bir daha dönem filmleri tadında üz üzeceksen..
4 Ağustos 2 Eylül ..