Papulya VIacılarla yoğrulmuş tüm yüzler sanki, bir çocuk, kirli yüzüyle etrafında olan bitenleri izliyordu . elinde bir lokma ekmek , ayakları yalın , pantalonun dizleri yırtık , yollar çamurlu . gökyüzünü gri bulutlar kaplamış halde , hava sanki biraz serindi Lazona’da . ince bir yağmur çiseliyor , az ileride teneke içinde ateş yakılmış , bir kaç çocuk ellerini ovuşlayarak ateş etrafında ısınmaya çalışıyordu . biraz ileride yalın ayaklarıyla bağdaş kurmuş yaşlı bir nine , bir lokma ekmek dileniyordu . . yüzlerine Lazona’nın hüzün atlasları çizilmiş , ve yanaklarında buselerden örülmüş bol cetvefilli gülüşleri silen kimlerdi ? Lazona sis bulutlarının arasından doğan kızıl güneş gibi , Karanlık şafaklarıma doğuyor sanki . yazgılarında yaralı şafaklar , peşi sıra dizilmiş on binlerce insan . sokak aralarında kurşunlara dizilen çocuklar , yaylalarda tecavüz edilen kadınlar , evlerinin içinde kundakta boğazlanan bebeler . yaşlı dedeler ve nineler meydan ortasında öldüresiye dövülmeleri , gök gürültüsüyle dağılan hanginizin sesiydi Ey Lazona ? avuçlarına çizilmiş kaderleri , yol boyu tozlu yollarda ilerliyorlar . . tüm ezberler bugün bozuluyor , tarih sayfaları yeniden yazılıyor . . ezberlenmiş bir sürgün şarkısı değil anlatılan . Papulya , o sürgün dolu yılları Malta adasında küçük şirin evinde kaleme alarak anlatıyordu . ’’bir sürgün ağıdı gibi yollar’’ diyip , kalemi elinde döndererek kahvesini içiyordu Papulya . . ’’ tozlu yollarda yalın ayaklarıyla ilerleyen yaşlı bir ninenin sırtındaydım o gün , Ermeniydi nine ve tanıyordu beni . sarı saçlarımı okşar , yandan arkaya doğru saçlarımı örerdi . türküler söylerdi sonra ermenice , ben başımı dizlerinin üstüne koyardım, o sesindeki inceliği tadardım . bulutlar üstünde olur , gökyüzünün yedi rengine kadar fırlardı yüreğim . öyle bir duygu , öyle bir haz olurdu ki , tüylerim diken diken olurdu . şimdi ise sürgün yollarına düşmüşüz , benim haberim yoktu sürgün ne demek ? katliam ne ? ölüm ne ? cinayet ne ? neden buradayız ? neden yürüyoruz arkamıza dahi bakmadan ? ne zaman başımı hareket ettirsem , ninem kafamı tutar geriye bakmamamı istemezdi, neden? ben köyümde yaşamayı istiyorum ? niye bunca insanlar ağlıyor ? madem bu kadar seviyorlar köylerini ve yurdunu, neden dönmüyorlar köylerine ? yaşlı nine cevap vermiyordu sadece ağlıyordu , ’’ bennem’’ diyiyordu omuzlarını silkiyordu nine . . ’’ bir el bile yoktu sırtımızı sıvazlıyacak , bir el bile yoktu acılarımızı silecek , bir el bile yoktu göz yaşlarımızı dindirecek . yalnızdık . tozlu yollarda ilerliyorduk belli belirsiz adımlarla. . Lazona geride kalmıştı , Ermeni nine geriye dönerek bakıyordu , iç çekerek ağlıyordu sadece . herkes geriye dönerek bakıyordu Lazona’ya , Lazona yanıyordu . . kara dumanlar yükseliyordu şehirden , kadım kent , kadim diyar yanıyordu . sürgünlere gönderilen Ermeni ve Rum halkı geriye dönmüş hüngür hüngür ağlıyordu . . başlarında Laz süvariler bir orkaya doğru atlarını geriye sürüyorlar bir ön tarafa değin dört nala koşturuyorlardı aralarında bir Laz daha vardı elleri arkadan kelepçeli ayaklarında ağır bir gülle .. boynu dik yürüyordu gözleri dağların ardını delercesine güneşin doğduğu yere doğru bakıyordu Bafra kalesinde Partizan Eleni’nin can yoldaşıydı omuz omuza savaşarak geçit vermedi çetecilere amansız bir pusuda yakalanmıştı isimsiz Lazonalı kahraman ... Zifona orta sıralardaydı , annesinin ellerinden tutmuş halde yürüyordu . bir gece kaçağıydı gözleri , kap karaydı gözleri . ayder yaylasının limon bahçelerinde derin bir limon kokusuydu teni ve nefesi serin nane kokusuydu . . bem beyaz papatya çiçeklerinin arasından yürüyerek , yamaçlara ayaklarmızı uzattığımızda , Zifona’nın ellerinde bir gelincik çiçeği , bir de papatya olurdu . şimdi tozlu yollarda yalın ayaklarla , yok oluşlara yürüyordu . Renas Tutaste |