Zingerilla VIelleri cebinde, cadde boyu yolculuktaydı ressam . hava alacalı kızıla boyanmakta ve gri bulutlar gökyüzünü parça parça kaplamıştı . güneş ağır ağır batarken , gökyüzü kızıla çalıyordu renklerini , görülmeye değerdi . bir kafede oturup Westminster caddesinin dar ve taşlı sokağını karşısına alarak caddeden geçen insanları izliyordu her zamanki gibi orta şekerli kahvesini masaya bıraktı garson ressam çantasından Mehmed Uzun’un Kürtçe eseri ’’ Ronî Mîna Evîne, Tarî Mîna Mirinê’’ (Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık ) kitabını çıkartarak kaldığı yerden okuyordu ; ’’Kevok tekrar çantasını alarak içinden bir defter ve kırmızı bir kalem çıkarıyor. Yavaşça okşuyor defterin kırmızı kabını. Bir sıcaklık kaplıyor içini. Beyaz, çizgili defter yaprakları, Kevok’un içinde dalgalanan duyguları, sesleri yazması için birebir. Savaşçı hayatının raporları, savaş anıları için değil, duygu ve sezgi anıları için. Uzun bir şiir gibi, uzun bir düzyazıdan oluşan destansı bir şiir için asıl. Kevok gülümseyerek defterin birinci sayfasını açıyor. Defterin ilk sayfasının üstünde kırmızı kalemle ve son derece güzel bir el yazısıyla şunlar yazılmış: Ben Kevok... Yüksek dağların güvercini... Dağlar Ülkesi’nin, güvercini... ölüm, kalım, öldürme... en çok duyduğum sözcükler... Ölüm, öldürme, yangın ve yıkım; burada en kolay şekilde gerçekleşen şeyler bunlar, en kolay şekilde. Neden peki? Ölüm ekmek ve suya dönüşmüş, havaya ve soluğa... Neden? İnsan, insan hayatı ucuz burada, çok ucuz... Neden? Burada ölçüt hayat değil, ölüm... Niye? Sayfanın en altında ise, tırnak içine alınmış ve büyük harflerle yazılmış şu sözler var: KORKU... KORKMAK İSTEMİYORUM... KORKUTMAK İSTEMİYORUM... KORKU... İNSANİN EN KÖTÜ, EN BERBAT DUYGUSU... ’’ ** orta şekerli kahvesini ağır ağır yudumlarken , gözleri biraz da doluyordu . daha çok kırgındı , kızgındı , biraz da asabiydi . çok fazla üzerine düşülmesinden rahatsız oluyordu kısacası . . bu yüzden yanlızdı . tek başına dolaşmak istiyordu çoğu kez . hava biraz serindi Londra’da . uzun, siyah paltosunun yakalarını kaldırıp, önünü ilikliyordu . zifir karası saçları, önden geriye doğru taralı , vişne çürüğü ve dolgun dudaklarını , uzun , bakımsız ve saçaklı sakalları gizlemişti . Westminster caddesi kışın bile canlıydı, kaldırımlar doluydu . ve güneş ağır ağır batarken , kalabalık biraz daha artıyordu . Londra serin ve soğuktu . kol kola giren sevgililer, cadde boyunca kahkaha atarak ya da sessizce yürüyordu . dudaklarda ruj izi , gözlerde rimel izi , gülüşleriyle neşeler saçan al yanaklı çocuklar . hayallerini toplayan kadınlar , bavullarıyla yol boyunca yürüyorlar . ressam paltosunun iç cebinden piposunu çıkartıp yaktı . evini önüne geldiğinde kapıyı açarak içeriye girdi , kapıyı ağır ağır kapatıp , salonda ki aynada yüzüne takıldı gözleri . tozlanmış , solgun , bezgin yüzünü görüyordu aynada . jilet kesiği gibi yüzünde ki kırışıklıklar . biçimsiz saçaklı ve uzun sakalları vişne çürüğü dudaklarını kapatan sarımsı bıyıkları , Mirza’ya yakışmıyordu . Salonda amansızca miyavlayan koltuğun tepesindeki tekir kedisini kucağına alarak , koltuğuna oturdu . tırmalamamak için tırnaklarını içeri çekiyordu kedi ve ısırmamak için elini hırıldıyarak gözlerini yumuyordu . Mirza kediyi yere bırakarak koltuğa uzandı , ruhu yorgundu , bedeni bitkin . gözleri ağır ağır kapanıyordu ; ’’ saçları omuzlarından şelale gibi akan Zingerilla rüyalarındaydı , Mezopotamya gecelerinde , gökyüzüne asılı kalmış , dolunaylı gecelerden yeryüzüne sarkıyorken , güneş yörüngesinde , yana yana dönen ay’a sevdalarını kopartarak yakamozları gönderiyordu . Mezopotamya, tüm bu gökyüzünün güzelliklerinin sahibiydi . gökyüzü tüm yakamozlarıyla ve dolunaylı geceleriyle , gözleriyle bakıyordu Zingerilla’ya , dudaklarındaki gülümsemeye güneş aşıktı . Zingerilla gülümserken sarmaşıkların cennetinde, gözleri, gökyüzünün gülümsemelerini anımsatıyordu Mirza Renas’a . başında esen yele güveniyorudu . Zingerilla başını Mirza’nın omuzuna koyduğunda , Mirza Renas’ın parmaklarının ucundan akardı şiirler, sözcükler dudaklarının saklı bahçelerinde dolup taşardı . ay öyle bir şavkardı ki , ellerini uzatsalar yakalayacaklardı sanki . dolunay Zingerilla’nın , uzun şelale saçlarına dolanırdı , papatyaları örerek takardı Mirza . . Zingerilla Mezopotamya’nın eşsiz gecelerinde dolunay’ın şavkıyan ışığı altında yıldızların aynasının karşısına geçip, şelale saçlarını tarardı . düşen saç teli koynunda yeşerttiği hayatıyla , düştü , Mirza’nın sol yamacına . .’’ Ressam uzandığı yerden uyandı terler içindeydi , telefon çalıyordu . ucunda yarı mutlu, yarı mutsuz sevindirici bir haber vardı ; sergi için hazırlıklar tamamdı . . Renas Tutaste ** Mehmed Uzun ; Aşk gibi aydınlık , Ölüm gibi karanlık syf: 204 - 205 |