Papulya’’ Sürgün yıllarının başlangıcıydı . . . ve sonsuza kadar ölü gibi yaşamanın da . . acıyla yoğrulmuş düşünceliler , ellerinde silahlarıyla , taşlı yollardan , tozlu ve çamurlu yollardan geçerek , Lazona’ya kadar gelmişlerdi . . kaç coğrafyadan , kaç dilden insanlarla yürümüştü o yollarda . geçti yalın ayağıyla , Çağlayan Köprüsünde sağında Ermeni dostu , solunda Kürt dostu , orta da Rum dostları. tebessümleri anılamak için ; bir flash patlıyordu , siyah beyaz bir resim , Çağlayan Köprüsünün üstünde bir anı . ’’ Lazona’da fişekler patlarken bir bir gövdelerde , yok edilmeye mahküm edilmiş bir kaç hikayelerdik aslında . limana demir atan türkülerin ihanetini bilemezdik , bu yüzden çok oldu yurdumdan sürgün edileli . . . Lazona’da ay gökyüzünde bir başkaydı , bir başka olurdu yüreğim . alazında pazlanan, parıltısında cebimizde dolu dolu çakıl taşları elimizde sapanlar , kanlar içinde yere uzanık çocuklar, kadınlar , nineler . . Lazona’da katliamlar yaşanıyordu . . sonsuza kadar bir hiçlik ülkesi olma adına. Lazona’nın taşlı yollarında , küçücük elleri kelepçeliydi . yalın ayağıyla , etrafında olup bitenleri seyrediyordu . çalı çırpı siyah yamaçlardan kopup gelmişlerdi postallar , söküldü çiçkeler köklerinden . dilini yutmuştu Papulya, korkuyordu , bedeni titriyordu . ruhu dayanılmaz bir şekilde acı çekiyordu , gözlerinden bir damla yaş düşmüyordu . badem gözlerini gererek bakınıyordu sadece . . haykırmak istiyordu , haykıramıyordu . boğazına düğüm düğüm olmuştu tüm kelimeler , sadece bakıyordu . postallar köyüne girmiş , her yeri talan ederek , evleri ateşe veriyordu . ne mor menekşeler kaldı geriye , ne de yayla çiçekleri . su içtiği dereler de kurutulmuştu . kadın, çocuk demeden herkesi öldürüyorlardı . Papulya ’nın küçücük elleri kelepçeliydi , yalın ayağıyla olduğu yerdeydi . rüzgar esiyordu ılık , Karadeniz kan ağlıyordu , Lazona’nın eşsiz manzarası , o güzellikler, bir gecede yok edilmişti . taş üstünde taş hiç bir şey kalmamıştı artık , ılık bir rüzgar esiyordu güneyden , beyaz elbisesinin entarisini savuruyordu , uzun sarı saçları omuzlarına akıyordu . Papulya ürkek gözlerini ağır ağır yumarak , başını gökyüzünün eşsiz manzarasına kaldırıp gözlerini sonkez gezdiriyordu . yıldızlar yakınlaşıyordu , ay çekiliyordu karanlık gecelerin içine . bulutlar sarıyordu etrafını , karanlık gölgeler geziniyordu taşlı sokaklarda , evlerin sarı solgun ışıkları bir yanıp , bir sönüyordu . . Papulya badem gözlerini karanlık gecede etrafında gezdiriyordu , alevler içinde kalmış evler , çığlıklar, silah sesleri . . . gümbür gümbür çağlayan nehirin içsel çığlıkları , yüreğine aksediyordu . . yıllar sonra . . bem beyaz yollardaydı Papulya , hayat ve yaşam arasında , gökyüzünün gıcıldayan merdivenlerinde ölüme paralel yürüyordu . duvarları beyaz kireçlerle boyanmış , pencerelerin pervazları mavi , bahçelerinde çeşit çeşit çiçekler , pencere önünde saksıda baş kaldırmış mor menekşeler , bahçe kapısının sağında ve solunda kırmızı, sarı, beyaz ve pembe güller karşılıyordu . kısa ve huzurlu bir yolculuğa eşlik ederek , insanın bedenini ve ruhunu sararmışcasına , çiçeklerin ve renklerin düşsel tünelinden geçerek evinin kapısını açıyordu Papulya . . iki basamak yukarı çıkarak , evinin kapısını açtı . çantasını askılığa asarak , üzeri beyaz örtüyle , rengarenk kumaşı korumaya alınmış , küçük, şirin koltuğuna kuruldu . kadim diyarının sur diplerinden koşar adımlarla , köyün soğuk sularına konakladı sanki . koltuğunun sağ tarafında kalan masadan gözlüklerini eline alarak taktı bugün bir şeyler yazmak istemiyordu , canı sıkkındı . talan edilmiş günleri düşlediğinde , bilmem kaç yıllık hikayeler karaladı bu koltukta . hayattan bezmişcesine bıkkındı . küçük ve bir o kadarda şirin bir ada da sürgündeydi . kimsenin kapısını çalmadığı, kimsenin konuk olmadığı , kimsenin de gelip davet etmediği , sadece martıların konuştuğu , ve fırtınanın bir şarkı gibi ıslık çaldığı , bilmediğim bir yerdeydi . . bu küçük ada da ay’sız gecelerde kıvrılıp , gökyüzünün larcivert karası gecelerine bakarak sevdiği masallara bulutların üzerinden uzanırdı , yıldızların kikirdeyen gülüşlerin duymasaydı dişlerini döküp kıracaktı . sonsuz gülüşlere ilikleyip dudaklarını , öylece kala kalcaktı . dolandığı bütün kentlere uzaktı artık Papulya , bir kıyı kasabasından göçüp , kimsesiz bir adada sürgündeydi . anılarına tenha kalmıştı artık Lazona , ısıtmıyor hiçbir gülüşler , ısıtmıyor artık hiçbir samimi yaklaşımlar , merhabalar . Zifona sürgün diyarında , kurak topraklarda . bir ağacın gölgesinde bağdaş kurarak , Papulya’yı düşlüyordu , eline aldığı defterine ; ’’sen artık yurdundan uzaktasın , eskitilmiş , talan edilmiş , yok edilmiş bir sevdaya aitsin.. çünkü; yitirilmiş düşlerden geriye kalan sadece bir ölümdür . geriye kalan bir benim , ölüyüm . ya da yanakları, dudakları mor mor olmuş , kalbi soğuk , ruhu kayıp , bir ceset... coğrafyam çok uzak kaldı bana , ne bir cana kıydık , ne de bir canı dışladık içimizden . yakamıza yapışan onlar oldu , acılarını tatlıya sararak sevdalarını anlattılar . çelimsiz bir çocuktum , yüreğim benden önce büyümüştü , baş kaldırışlarım , yüreğimin arasında saklıymış . kaçmak sığmadı içime , ben ; Karadenizliydim . . ’’ |