KANZEHİR** Taşın soğuğu yanıyor yüzünde, içindeki karanlık kuyuya bağır, hayatın yankısı geri dönsün her kelimede ağzımızın içi kum, hangisini tükürsek gecenin içi oyulup esmer bi gülümseme konulmuş yerine gözlerin dağınık, göğsün mermer siyah bir at gibi vurulup düşüyor, kıyılarından geçiyor yaşam üstündeki karanfil kurumadan Açsın, oysa bütün dallar uzakta Susuzsun, denizler çekiliyor Vedasın, kıpırdanıyor dudakların An, çeliktir saplanır alınların ortasına Nerede olsalar tanırız bundan böyle Uyumaya gider gibi erkencidir çocuklar… Bir hayat kırıntısı zaman, varla yok arasında kanını sakla avuçlarına sakalına yıldız takmadan güzel güler bazı adamlar, bazı adamlar güzel ölür şimdi hiçbir yerde değilsin gibi artık buraya uğramaz yağmurlar Söz, bozguna uğramış komutan, susmak ki en büyük çığlık içimizi deviren bu nazenin karanlık yetmez üzerini örtmeye hiçbir çukur “kanzehir” le dolmaz bu kurşun, bu tekme, bu hiçbiri değil getirdiğiniz canıma batıp çıkan bu öfke dirilecek dağlar, kabaracak sular daha kuvvetli, ben gidince Kaybolduk biz, harita da sensin, yol da kuşlar çırpınmaya gitti, belleğimiz uçmaya onlar mı dinamit oldu, barut oldu, lacivert bir pusuydu kapımızı açmasak ta içimize dökülen yanık süt kokusu uğraşmak gerek kaldırmak için göğün silahlarını ve tanınmamak acıyı paylaşırken Semavi, derin, uzak bir yol öyle pür ve telaşsız dikenli tellerle çevrilmiş, dokunulmasın giderken gülüşün yakanda duruyor. Bir haziran türküsü yüzümüze patlayan Bu utancı nereye koysak Kendine yer bulamıyor. Bütün diller yokuş, boğazımızda tıkanmış vakit Bir ezan sesinde kalkmış üstümüze atılan toprak Yeni kavgaların yumruğu olmaya gitmiş O terli avuçlar Akbabalar bölüşüyor sokakları zapt edilmiş hürriyet, yıkılan devir, toz duman nefes çıkıp göğsünü gösteren biri, ölüme adres oğul vazgeç, kehribar döşeğine koyar anan başını boynun gül yastıklara uzanır belki yarın diye bir şey vardır…. |
y/aktı geçti
tebriklerim çok ça...