SIKINTININ BEŞ VAKTİiki çocuk kovalıyor birbirini, ellerinde birer bıçak martılar bile daha sakin, eğer düşünecek olursak düşmeden tezgahlara fırından çıkmış taze simit kokusu açlık bu … ………… yabancısı değiliz, tanıdık tarafımızdan, peşimize düşen bütün gölgeler bak sanki bizim sokağımızdan çıkıp gelmiş gibi bu kediler hani doğduklarında günler boyu elimizden süt içirdiklerimiz biliyoruz ki şimdi gene acayip kaynayacak yüreklerimiz çünkü biz seviyoruz. “güle sorma, o bilmez aşkı, sevdayı, neşeyi ….” ama merak işte, neden hep değişmez başlıkla çıkar günlük gazeteler güneş doğmadan yazılır gibi aynı heceyle aynı kelimeler tefrika roman dili sanki, hani ezberimizden bildiğimiz erkek ağladığı zaman ağlayıp, kızla beraber sevindiğimiz bu kaderdir diyoruz. “kimi dertten içermiş, kimi neşeden ….” esmiyor rüzgar, içi geçmiş öğle vakti uykusu sanki, dalgalar dargın denize bilinmezler saklanmış kuytulara, çekip kepenkleri üstüne biz açıktayız, bir yaprak düşer birden saçımızı karıştırarak getirip bırakır tam ortasına ibadetin, sırtımızı okşayarak bugünde avunuyoruz. “ümitsiz bir aşka düştüm, ağlarım ben halime ….” dayar kulağımızı dinleriz sesini, içerde şafak boyaları üzerine derin çentikler atılırken türküler söylenir sazlar daha inmeden duvardaki yerlerinden güvercinlerimizin üstü ölü topraklar, yitik hürriyetlere benzer gene de hiç üzülme, ilk ziyaret günü boşlukta kalırsa gözler hasretlere alışıyoruz. “ayrılık yaman kelime, benzetmek azdır ölüme ….” şimdi tam zamanıdır, beraber yok edelim sevişmeler gibi bütün duygularımızı karanlıkta seyre dalalım, emanete verilmiş sıkıntılarımızı çiçeklerimizin zehrini koklayalım fanusumuz içinden ruhumuzdaki park etmiş sancı, kararımızdan vazgeçirmeden artık ölüyoruz. “geçti muhabbet demi, ağla gönül yan gönül ….” ……………. martılar takılıyor çığlık çığlığa son vapurun ardına iki çocuk, ikisi birden kayboluyor sokak aralarında ilk odunlar atılırken, ateşi dünde kalmış fırınların içine hayat bu … CEVAT ÇEŞTEPE |