İzi Yakın
sızısız geçse ilkyaz
sen çıplak dalda tozlanmış bir meyve gibi sığsan avucuma sığmadığın gibi soluğumu sokak yapışıma korkularıma bir de düpedüz içten kapılarda kalarak yarım aklım kirpiklerimi ömrüme örtüşüm gibi... ayağı burkuldu gözbebeklerimdeki serçenin istersen kaldırma başını göğe darılır unutkanlığım bile... bu taksim ömürden nağmesi anlasan bizden önceden bizden sonraya sıradan hiç özlenmemiş köprüler gibiyiz sorsan düşlenmesi bile imkansız eski taşra sessizlikleriyle ağladığımızı tanrı da bilmez kulu da ama izi yakın dağlarda umudumuzun bir yürüsen yalnızlığıma yalnızlığımla yine yürürsün... rüzgarın gelişine uyumlu güler günlerim takılıp peşine gölgesiz bir fikrin acımasızca tüketerek aşkı caddelerde soldurmamak adına ilk günkü gibiliği yolda yürüyüp ama yolu ezmemek adına bütün çitlerini kaldırarak son sözümün sarılırım girdapsız gündelik bir ıslıkla fısıltıyla gerilirken mevsimler şaşkınca yakalanmamak için uykusuna doğanın... gittiğin yerde kaldı gün hep aynı günü yaşadı ömrüm sensiz yaşamaktan sıkıldım artık gökkuşağının altından geçmek istemiyorum ilkyaz böceklerine özenmek şöyle dursun karanlık bir yağmurla yüzüme vuruldu yokluğun kayboluşunu siyah bir buluttan dinledim gözyaşlarım serüven yorgunu denizler kadar duru ve ıraklığın haziran uçurtmalarına ad veren çocuklarla uydurduğum bir oyundu ilkin gittiğin yerde kaldı gün büyüdüm... kağan işçen... |