İçime Dolan Ve Bir Dantel Gibi İşle ÖzgürlüğünüŞiirin hikayesini görmek için tıklayın ’Bizi ayıran bu deniz değil bilirim
yine de her gece bir ateş yakarım sahilde çakıltaşlarına sorarım seni ah!kim bilir hangi sulardasın şimdi’..Gülsüm Cengiz.. Postacısını kaybetmiş zamandayız.. Bir yapının taşları gibi düşün bizi.. Taşlar dizilmeye başlamış ve her şey geometrik bir düzelemde iken birden bir parmağımızla yıkıp geçişimizi.. Bir ülkede herkesin zaferini ilan ettiği bir gecede, yani suni bir çarpışmanın tam ortasında,şiir mi,sen mi,mektup mu?.. De bana,hüzün sevinçten eksiltir mi?.. Bana yalnızca keder biçiminde ulaşan yüce duyguların da bir gün beni terk edeceğini düşünmek,bocalamama neden olabiliyor bazı zamanlar..Gururlu bir susuşla besleyerek dokunulmaz ve naif kılabiliyorum ama tüm bu olasılıklarımı.. Ve Bir ülkede herkesin zaferini ilan ettiği bir gecede, nefes nefese ama çok sesliydik.. Bazen küçük küçük oyunlar oynuyoruz.. Dışardaki tüm tehditlere karşı kumdan zırhlara bürünüyorduk.. İnanıyor gibi yapıyoruz bize zarar gelmeyeceğine.. Dışarda yaprak kıpırdasa harflerden yaptığımız siperlerimizi darmadağın ediyorlar..Onların sancıyan yerlerini kurşun kalemlerimizle kaşıyoruz..Kalpleri mühürlenmiş,ruhları bedenlerinden ayrılmış, kana doymamışlara hala bir taş atacak takati bulabilenlerimiz yara bere içinde kalmış vücudunu son bir hamle ayağa kaldırıp fırlatabiliyordu elindeki taşı.. Böyle böyle uzanabiliyorduk kızgın kumlardan masmavi sulara.. Ama hiçkimse hiç bir zaman neyin suçunu işlediğimizi,hangi suçüstü durumdan yargılandığımızı,darmadağın edildiğini bilemez.. Topraklarında savaşan kardeşler görürsün,sokaklarında vurulan,kaçırılan insanlar görürsün,bir taş atarsın,kurşun kalemini çıkarır yazar,yazar,yazarsın insanlığın güzele olan düşlerini.. Ve inanır mısın biz hala ümit edenleriz.. Gerçekten hayat,Tolstoy’un dörtlü denklemindeki gibi gerçeklerle çarpar,ayrılıklarla böler,insanlıktan çıkarır,sonra da kendini toplar’mıydı..Bundan mıydı,gündüzün yarımkalmışlıklarını topluyorum gecede.. Kendimleydim,tüm heyecanımla sana gecikmiş günleri yazıyordum.. Fakat dışarda,nasıl desem,ortalık kıyamet,öyleki üzerime bir şey almadan çıkacak gibiydim.. Dışardaki kaosa kaybetmemek için aklımdaki tüm çiçekleri, cebimdeki tüm harfleri evde bıraktım ve bir kıyımın akışına bıraktım kendimi.. (İnsanın insana kıyametini,ki sonunda umutla dolu olsa da yazmak dahi ne kadar zulüm,ne kadar acı değil mi) İstanbul baştanaşağı bir Lili Marleen Türküsüydü,ya da ben öyle sanıyordum..Düşün,sesler o denli birbirleriyle iç içe geçmişti.. Bu topraklarda haddinden fazla mı kök salmıştık,yoksa yeni olandan mı ürküyorduk.. Sırt sırta veriyordum ’sorumluluklarımla’.. Hiçbir şeyin merkezinde değilsindir ama vicdanın senden ayrı en ön saflarda koşar durur,tariflemeye kelimelerin yetmez olur.. Bazen bu durumun geceyle,hatta artık zamanla analojik halim olduğu düşünüyorum.. Sokaklarda kaybedemediğim kendimi bir trende kaybedebiliyorum.. Paylaşımlarımızı dahi öyle azaltmışızki elimizde bir şey kalmayacak böyle giderse.. ’Komşu komşunun külüne muhtaç’tı bir zamanlar,ki çocuk aklımla sobalarla barışık insanların özdeyişleri sanırdım hep.. Bilsen,daha neleri neleri düşlerimizdeki gibi sanıyorum hala.. Biz,toplumsal hüznün ve isyanın çekirdeğiydik.. Varsın kadrajın dışındakiler paylaşmasın acılarımızı.. Haddinden fazla politik bir günün akşamında tutup Füruğ’a sığınıyordum yine.. Cumartesi’ydi ve Galileo ile yüz yüze iken farkettimki, senin kentinde bir kelebeğin kanat çırpması burada bir kasırganın kopmasına neden olabiliyor.. Gündüzün olanca kavgası akşam olunca bir başka cinneti doğuruyordu sanki.. Yanan bir ormanın haline en çok akasyalar ağlarmış ya, içimdeki yaprağın hüznüydü kirpiğimdeki nemler.. Hani o an,hemen,birden sabah olsa,gidip bir yalıyar’dan boşluğa bırakacak gibiydim gövdemi.. Sabah olsa,içime dolansan ve bir dantel gibi İşlesen Özgürlüğünü.. Hayallerini yakıp yaşamı reddeden bilgenin teorisiyle allak bullağım.. Ellerimle savurduğum küllerin zamanın başka bir yerinde, ölümüne giden bir serüvenin yansımasıydı yüreğimdeki ateşin.. O kahrolası gereklilik,özenle kurduğun düşlerini yeniden inşaa etmeni dayatıyor..Tut ki buna hazırım..Yüzünde acı,yüreğinde isyan, sesin rüzgarlarda bir çığlık,uğultusu iç içe geçmiş bir ormanın içindesindir.. Beklersin köklerin kayaları parçalasın diye,kolların bütün hayatı kucaklar,bütün çocukları..Mezar taşlarına dönük yazarsın akşam şiirini.. Bütün güzel imgelerin toprağın altındadır çünkü.. Saf acı bir filmin içinde güvende olduğunu sanırsın,birden bire el altından aksiyon verilir,susarsın..Televizyon izleyicileri habersizdir, görmek,bilmek istemezler çoğunlukla.. Her şey makaslanmıştır..Aklımız,belleğimiz de.. Dünya şiddetli ihanetlere direndikçe,koynumuzdaki içtenliği saklamak da o denli acıtıyor canımızı.. Biz,toplumsal hüznün ve isyanın çekirdeğiydik.. Varsın kadrajın dışındakiler paylaşmasın acılarımızı.. Postacısı olmayan kayıp şehrin mektuplarıyız ya,yine de geceleri göğü ve sokağı izleyip ve bata çıka kaleme kağıda mevsimin diliyle konuşacağım seninle.. Nasılsa akşamları eve dönüşlerimi biliyorum.. Sanki kolları iki yana açılmış bir çift sıcak gülümseyiş gibi karşılayacak beni..Ve ben büyük bir içtenlikle sar beni diyeceğim,sar.. Eğer varlık aynı varlıksa.. 22 Şubat 5 Nisan ..
Transfer mevsiminde
ince bir simyayı deniyorum gövdemde böyle başlamalıyım pimi çekilmiş bu zamanda yakışır doğrusu sabah olur herkes kendi boşluğuna sarılır nasılsa ben,diyojenin ışığına yaşam maviliklerde bir uçurtmaysa gün kelebeklerin kanatlarında derin pırıltılardır kuşkusuz ve kuşkusuz ağır çıplak biz bizeyizdir soluğu yanıbaşımızda,yürek çarpıntısına şimdi ben sana nasıl susayım söyle beni sana yakınlaştıran şiir mi düş mü sen mi hangi yanım daha fedakar? Ey beni düş kırıklarımdan yeniden canlandıran anlam gizemli heyecan her sabah uyanıyorum,çocuğum ’her sabah aşığım’ Temmuz mor sümbül ve nergis ya sonra? sonra kuşların kanatlarına bir sevda şarkısı kondurmuşum göğün üstünde kim bilir hangi rotadayız utangaç bir mevsimin ellerinden tutmuşuz deniz olan boynundan öpmüşüm ay tutunur sevince düş dökülür bir görkemin siluetinde ah! hadi bu sabah çocuk gözlerine götür beni -Günebakan çiçeği yüzünü güneşe dönermiş Temmuz çiçeği içimdeki yüzüne- |
Kaleminiz devamlı yazsın...
................................................ Saygı ve selamlar..