Sesimde Kırılmış Fay Hatlarıyla Bir Güneşçiçeğinin İçinde Senin Gibi Işıkla BüyüyorumŞiirin hikayesini görmek için tıklayın ’Hayat karlı bir filmdi
netleşmesini bekleyerek geçti tüm aşk sahneleri’’..Bahar Ulukan Sait Faik’in Martısı Akova’nın kaplumbağası ile, uzak bir şehrin eski çehresine özlemle.. Düşçiçekleri aşkına!! Uzak ihtimalleri giyinip gelmiştim oysa sözcüklerim neyi söylemeliydi başka.. Postacısını kaybetmiş zamandayız.. Kendine yeten ama düşlerine yetinemeyen alır başını savrulur pervasız uçurumlara.. Bu mektuplar yaramı sağaltmıyor..Ne söylesem,ne yazsam hayatın kalabalık kulvarlarında yenik kalıyor.. Yollar,beraberinde götürdüğün hiçlik duygusunun diyagramı gibi.. Olanca telaşına rağmen sanki kırımdan kaçırıyormuşsun gibi olursun bir yanını.. Sokak aralarında kaçışan çocuklardan,kıyı insanların sessz sabahlarından, kadim gecelere yakışan kelimelere kadar ayracın soğumuş sözler gibidir.. Siyah efkarlardan eflatun kelimelere yol alır durursun.. Gitmekle kalmak arasında dönerken yüreğim,bir yandan da meydanlara inmiş iktidarların geçit törenlerine değmemek için adımlarımı hızlandırıyordum..Cebimde bilmem kaçıncı hukuk mahkemesi çağrısı.. Dışarda alabildiğene karabasanlar çökmüştü..Akşamüstü, bir öpücük mesafede kuş seslerine takılıp ’sürgünlere’ yolaldım.. Yağmurun çiseleyen sesine müziğin ritmi düştükçe bıkmadan ve defalarca bir şarkı söyledim rüzgara.. Göremediğim ama kokusunu duyumsadığım farklı bir zamandaydım sanki..Birbirimizin etrafında öylece dönüyorduk.. Bedenimi baştanaşağı saran tuhaf bir ürperti içindeydim.. Şarkılarımı çoğalttıkça çevereye yayılıyordu gülüşlerimiz.. Dile getirelemez bir çekiciliği vardı gecede yakamoz gülüşünün.. Sabaha karşı karanfil kokularıyla doluyordu Cihangir... Düşlerimin kurgudan çıkması an meselesi.. Pervane’siz gecenin Şems’ e uzanan derinliğiydim.. Yirmi dört saatte yirmi dört şiir düşürüyordum Cumartesi’ye.. Günlerden Trajedi’tesi,ve ben ilk defa gündoğarken kurgusu bozulmamış bir düşün mahzunluğuyla sokağa çıkıyordum.. İntiharı tercih etmiş sokağın zulasından ölümler devşiriyordum Yoldum,yolcuydum fakat bir günlüğüne hiçbir yerin yolcususundur nasılsa, bunu biliyordum ama nedense kendime bile söyleyemiyordum.. İçimdeki şarkıları kuşkulu bir dille tariflesem,kusursuz filmler kıskanacaktı..Samandra’da kocaman,eski bir tarihin setinde bir figüran ’Vakit geç olmadan alnacın aydın olsun’ demişti..Dışarıya çoğalan ses miydi bu?.. Hayatın yazılamayan replikleri sert rüzgarlar gibi savurup duruyordu hayallerimizi de.. Cebimdeki notları çoğaltıp çoğaltıp duruyordum.. Kadraja bakmak gelmiyordu içimden.. Nereye baksam,ya bir kral en yakınlarını boğduruyordu,ya da güzelim bir öyküden itaat replikleri şırınga ediyorlardı toplumun damarlarına..Şeritler binlerce yalana dönüp duruyordu.. Provasız,mekansız,kostümsüzdü herkes.. Her gün unuttuklarımızdan arta kalan unutamadıklarımıza yeni bir sayfa ekleniyordu.Var olmanın şartlarıyla yaşam hikayemize yön vermenin son saatleriydi bunlar.. Ne Yalçın Hafçı’nın Şehla Balıklar Denizi,ne de Akgün Akova’nın güzelim kaplumbağası yetmedi..Sınıfta kaldık işte yine.. Akşam seslerine Ermeni sokağında suyun rengi kızıldan laciverde dönüşürken geceye göl sessziliğinde bata çıka giriyordum.. Hüzün ve coşku,gelmek ve gitmek,insanın alıp yüreğine sokası geliyor(!).. İçimdeki ses ’Hadi eve gidelim’ diyordu çığlık çığlığa, oysa giderken bıraktıklarım buruk karşılayacak beni,bilmiyor.. ’Dayan’ diye fısıldadım iç sesime..Dayan!,her gidiş eksiltmesin bizi, nasılsa her gelişim pamuk şekeri çocukluğuma.. Eski bir tarihin setinde bütün yaşanmışlıklar giyotine vuruluyordu.. Öylesine acımasızdı ki insanlar,Mürivet’in kocasından gizlediği küçük çocuğu setin ortasında bir başına bırakmışlardı..Birbirimize uzun uzun bakıştık.. Yanına yaklaşıp konuşmaya başladım..Gülümsedi.Hani sanki gülümsemese dünya alıp başını gidecekmiş gibiydi..Öyle bir gülümsemeydi ki,o gülüşün kıyısında durup soluklanabilmiştim.. Gecenin ileri bir saatine kadar kah koyu bir sohbetteydik,kah bin türlü muziplikler yapmıştık.. Onu evine bırakmak için yola koyulmuştuk,minik parmaklarını avuçlarıma sıkı sıkıya bastırırken birden dönüp ’Evin nerde,sen nasıl gideceksin bu saatte’ dedi.. Şaşkınlıktan,fazla uzak değil,buralara yakın diyerek geçiştirdim.. Bana evimi anlatmamı istemişti,ama öyle geçiştirmeden,tüm detaylarıyla bilmek istiyordu.. Küçük çocuğa tüm detayları anlatmıştım..Tıpkı pulsuz bir mektupta sana anlattığım gibi.. Tüm detaylarıyla; -Daha çok küçüğüm..Yani o kadar küçüğüm ki,evimi betimlerken dizlerim titriyordu..Saatime bakarak gözlerimi kaçırıyordum.. Saçlarımla oynuyordum durmadan..Az ötede teknecinin bize bakarak ’kalkıyoruz’ diye seslenişini duyuyorduk,fakat yerimden kalkamıyordum bir türlü.. Nasıl doğrulabilirdim ki,hayat burda,bizimle eğlencesindeydi.. Kalmayı beceremeyenlerin gitmeyi becerebildiği bir karmaşa mıydı hayat?.. Çok mu kök salmıştık yaşama..Ölümü düşünürken birden bire akıveriyor sözcükler de.. Seyrettiğim bir film,okuduğum bir kitap gibi betimlememi bekliyordu sanki.. Günlerden Cumartesi olsa bunu yapabilirdim sanırım.. Ama şu an ’gel de gör’gibi sözcükler dökülüyor ağzımdan.. Daha çok küçüğüm..Yani o kadar küçüğüm ki,evimi betimlerken aynı şehrin uzak ve başka aynı şehrin yerindeymiş gibiydim.. Özlediğim kent mi,sen mi,yolculuklarım mı?.. En sade ve gelişigüzel bir dille bana bunları anlatabilir misin?.. Betimleme de istemiyorum..Bana özlemimi bir cümleyle söyleyebilen olsaydı..- On gün oldu sete gitmiyorum..Arayıp soran telaşlı insanlar,merhaba dedikten hemen sonra boşaltıyorlar yüklerini benim üzerimden denizin ötesine.. Bu durum beni heyecanlandırdığı gibi,adımlarımı hızlandırmamı sağlıyor.. Kıyıda hafif soğuk bir rüzgara bırakıyorum kendimi.. Umursamıyorum..Deli desinler..Oturmuşum bir düşün taytayına.. Yanımdasdın,bu su bizi nereye götürecek diye düşünmeden pavurya büklümlü bir vapura atlamışız..Nedensiz,koşulsuz,çıldırasıya.. Bu su bizi kiraz ağaçlarına götürür mü diye düşünmeden uzatmışız ellerimizi göğe,saçlarımız arkadan bağlanmış,fonda matruşka.. Ceplerimizde pervasız şiirler,mektuplara bir güven gelmiş,suda suretimiz.. Ah nasıl da ıslak bir kuzey gecesi süslerdi çağımızı.. 08-22 Şubat 2014..
Ve yüreğimizin en salaş anıydı!
bin yıl beklediğim,yalnızca gelişigüzel bir cümleydi sustum ve bekledim,imgesini bekleyen şiir gibi içimdeki dört kırık operayla ateşe ve suya dokunmak hiç bu kadar illegal olmamıştı beni bu kente sedef bir gülümseme getirmişti uzunca bir yenilgi götürdü.. Yollarda kimlik kontrollerini artırmışlar hangi yola çıksam kilometre levhalarına varamadan geri çeviriyorlar bir filmin setinde sırça kanat,kadrajda düzaçı,mektuplarda tekeş hasarlı yanlarımızda tarifsiz acı kendi mektuplarımdan kendime alıntılar yapıyorum sekizinci peronda bir vapurun hüznündeyim hala ’günlüğü tehlikede beklemelerimin’ kendine yeten ama düşlerine yetinemeyen alır başını savrulurdu pervasız uçurumlara hadi bana bir uçurum beğen bu mektuplar yaramı sağaltmıyor ne söylesem,ne yazsam hayatın kalabalık kulvarlarında yenik kalıyor erken ölen şiirlerin eskizinde serçelenmiş dipnotları ayaklarımı yerden kesiyor oysa vazgeçmediğim sokak şarkısıydı yanıbaşımdaki hırpani siluetin dört bir yanım kırık dökük platonik kuşatmada yağmurlu bir gök parçası düşürüyorsun ya yüzüne kendi imgelerimle zehirleniyorum bazen hayata/farketmesemde -Duldasında kendi halinde büyüyen şebboy çiçeği! Aşkın biz hali,Devrimin rasyonalize hali Su’yun ateşle dansını durmadan düşünüyorum saçlarından kimse öpmemiş dağ çiçeklerini dayanılır,fütursuz ne fayda güneşten önce düşlerin tutuşuyor ya sonsuz sessizlikler örtüyorum üzerine- |