ZangoçHoş geldiniz! Bunca zaman seslenen ses verip sır vermeyen hani çoğaldıkça eksilen nice umuda sarılmış sevgilerin arsız çocuğu siz miydiniz? Peki neredeydiniz; pervâsızca ulurken içimizdeki canavar ve uyurken göğsümüzde o saklı bahar... siz hangi müsemmâ şehirde mûtedil ve kırılgan dalgalarınıza el değmemiş kıyılar seçmekteydiniz! Nedir sizi bu denli efsunlu kılan, hangi silahları kuşanıp da çıktınız cümlemizin insâfını kurutan canhırâş feryâtlardan.. Mâzur görün cür’etimi; öyle ya; biz bu debdebede bunca sefîl vücûdun arsız pençesiyle savrulurken oradan oraya ve mahşer yeriyken üstelik göğsümüzdeki cevher siz hangi sıratlardan zahmetsizce geçtiniz! Söylesenize kuzum; kimsiniz, kimlerdensiniz! Hangi pîrin elinden içtiniz o şarâbı sizden mi sorulur ki aşılmayan kaf dağı? ömre ziyân nefsiniz nöbetteyken kapıda, yalnız siz mi tattınız cânım âb-ı hayâtı! Haydi anlatın bize; kapanırken perdeler birer birer ufukta yakılırken ağıdı körpecik bedenlerin yıkanırken etleri musallâ taşlarında nerdeydi o dillere destan ahde vefânız..? Yoksa siz nefes almayı şeytanla oynadığınız çelik çomaktan ibâret mi sandınız! Siz var ya siz; merak buyurmayınız! Korkuyu çoktan öğüttük biz acının dişlisinde, yangınlar ehlîleşti vicdan terâzisinde... Doyduk biz; şükür! Karnımız tok artık keyfe keder katana düşman bile denmez zîrâ insan ol(a)mayana! Özlem Tarhan Yağcıoğlu Mart15/ikibinondört |