Gece Oldumu Öylece Kayar Gözlerimin ÖnündenYıldızlar/Aklımda Hep Aynı DilekŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Postacısını kaybetmiş bir çağdayız.. Kendi sesimizi bile unuttuğumuz günlerden vuruluyoruz.. Kentin en renkli semtinde işportaya düşüyor hercai.. Meydanda suç diye iki sinema iki sahne çığlık.. Streil bir günün sarkacında,Cumartesi şarkılarıyla en azından bir kaç dakika durdurmak zamanı gözlerinde -Senfonik bir terkediştir zaman- Haftanın ilk günü zaman tembelce esnedikçe esniyor.. Biz bu kadar genciz diye mi yaşlı dünya.. Bunu bir düşün sen de olur mu.. Sesimi dünyaya ısmarlamışım gibiyim.. Yaka paça savuruyorum kendimi geceye.. Seni düşlerimden çıkarsam kabuslar basar yastığımı biliyorum.. Kim demiş zaman sessiz ve ıssızca kayıp gider diye.. Zaman kapısını çarpıp gitti..Geçmiş tüm zamanları arzulayabilir miyim dersin.. Sorma,bende bilmiyorum ne anlama geldiğini..Bazen küçük sözcükler bir açılsaydı, beni yutsalardı yeniden,o an,suçluysak da yüce bir gönüllük gösterip dur,gitme diyebilirmiydik zamana..Dur gitme sözcüğünün öyküsünü yazsak,zaman kendini bir taşın dibine susardı.. Başlık hazır..Zaman,geleceğe çelişki gibi duruyorsa her canlı bir gün ’Dur Gitme’ yi bilecektir.. Daha özgürlüğe açık bir sistem düşünebilir misin?.. Bunu bir düşün sen de olur mu.. De ki şu kaldırıma uzanan kedi ıslak gecelerin yorgunu.. Ya şu içi içine sığmaz düşler neden titrek,, İndirebilirsen güneşi ona elini uzat.. Bir çocuğun baladına kar yağacak yoksa.. Zaman israf bu mevsimde.. ’Gördüm,denizin kıyısındaki yeşil meşeyi altında oturdum ve bir bilge kedi kendi masallarını anlattı bana birini hatırlıyorum bu masalı aktaracağım şimdi dünyaya’ Puşkin,içindeki yolculuğa çıkmadan az evel böyle sesleniyordu hayata.. Görünen o ki sözün olduğu yerde bir yaşam kesintisiz sürerdi.. Öyleyse bir öyküye gerek yok..Zorunlu da değil.. Yaşam yeterli yalnız başına..Yaşam kendi başına yeterliyse, öyküsü yıldızlara asılıdır değil mi sencede?.. Yazılıp temize çekilmiş bütün mektuplar,bir yol ama uzunca bir yola çıkamadığı halde damgalanmasının içimde teatral düşlerimin tatlı bir intiharı gibi. Ne bekliyorsun yoksa,iyiyim böyle iyiyiz dememi mi?. Sorsan hakkımda herkes iyi derler.Bunu çok düşündüm biliyormusun.İyi bitmeyen filmler için kim mutlu sonlar yazar öğrendim..Öğrendiğim günden itibaren hiç konuşmadım.Çok gördüm,dokundum,aptal bir tesadüfle çok yazdım başkaları izlesin diye yine de hiç konuşmadım.. Birileri beni bulup benimle konuşmasın diye çok gizlendim. İçimde gizli bölmeler oluşturmam boşuna değil.. Boşlukalarımdan çıkıp koşmak istedim,hatta bağırmak yeryüzüne. Bu savaş her geçen zaman birimizi birimizden koparıyor. ’Seni düşünürken kederleşmeyen tek bir harfi sevmeyişim bundan’.. Güldüşlüm seneryosunun bitmeyişi bundadır.. Nesneler dünyasından haberin var mı şu sıralar.. Döndükte tarafsız,rahat,sıfır sorumlulukla,vurdulu kırdılı, itişli kakışlı kentsoyluların cangılına düştük yine.. .....Salonda coşku doruk noktasında..Altın varaklı kapının üzerinden sarkan büyük ve köşeli saatin kadranı sfırı gösteriyor ve evet konfetiler,renkli kağıtlar büyük gürültüyle üzerimize yağıyordu..Akrep ve yelkovan birleşiyor.. Her şey duruyor..Pistin ortasında alkış tufanı dakikalarca sürüyor.. Az evel biri kulağıma fısıldamıştı,’Bir bardak çaya neler vermezdim şimdi’.. Onu onaylamak adına başımı hafifçe sallamıştım.. Dünyanın her hangi bir şehrinde oldukça sıradan olan,burada neden böyle bir cangıla dönüşüyordu acaba.. ’Sanat için bir sınırın var mı’ çağın en parlak sorusunu yöneltiyor kendini boğarak konuşan kadın..İnanılmaz fakat sanırsın çok felsefik bir soruymuşçasına vakur bir edeyla yanıtlıyor bir çoğu..’Ne olursa’..Ne iş olursa yaparım abi sözünden bozma bir kaç cümleyle geçiştiriliveriyordu işte.. Kendini en görünür kılmak için önlerde yar kapmaya çalışanlar, güzelliği yırtmaçla sınırlayanlar,elit olmanın,içinde ne olduğunu bilmediği bir kadehle sağa sola mutluluk kahkahaları atanlar, akıllı telefonları elinde adamlar,v.s v.s..Doğrusu bana ’İlkel medeniyetin sureti’ oyununu anımsatıyordu olup bitenler.. Her şeye rağmen bir kaç arkadaş dışarı çıkıp biraz nefeslenelim istedik.. Deniz her yerimi sarmıştı.Tek sığınağımız topraktı ve onuda bu koşullarda duyumsamak öyle olanaksızdı ki.., Annemle sevgi dolu gezintilerimizi düşündüm bir an.. Yürürken başımı bacaklarına yasladığımı..Bazı akşamlar birlikte Yeniköy’e giderdik..Deniz fenerinin hemen yakınında bir banka oturur dehşet bir keyifle anlattığı öyküleri dinlerdim.. Ellerimi hiç bırakmazdı..Karşımızda bir kaç renkli deniz feneri vardı ve Annem bana çiçeklerin ve dağların isimlerini anlatırdı.. Annemin anlattığı her şeyin bu hayatın bir yerlerinde olduğunu düşünürdüm..Büyüdümde anladım suyu ateş yakıyordu.. Annemin karnında her gün nasıl olgunlaşmışsam devamında bütün bir hayatın anlamında bir yandan yokeden bir yandan emziren bir düşün kucağında olgunlaşmam devam ediyordu.. Dün bir kitap vermişti bana Gülse,kısa öyküler ve biyografi içeriyordu kitap.. Buraya gelirken yanımda getirdiğimden yolda bir kaç öykü okumuştum kitaptan..Dört yol ağzından köşebaşına yürüyen kırmızı ayakkabılı bir kadın vardı..She’ydi adı..She yolun karşısındaki bakkala hemen her gün gitmesinin onda,tutkudan öte apayrı bir anlam taşıyordu.. Uzun ve dar bir sokağı vardı bakkala giden yolun.. Sağda solda çöp yığınları,otomobiller çift sıralı ve aynı yönde.. Sağlı sollu evlerin duvarları sarmaşıklar ve zambaklarla örtülü.. She her zamanki alımlı öğlen yürüyüşü yaptığı bir gün anlık türettiği bir şarkının sözlerini dudaklarını hafif hafif oynatarak söylüyordu..’Kalbimden başlamayın kalbimi eskitmeye/ Yüzüm neye benzer araf’ta çığlık olsam/Olduğum yerde miyim/ yo hayır/üzgün kent düşündeyim’.. She’yi düşünüyordum üzerimize yağan konfetilere aldırış etmeden.. Az ötemizde suyun iskeleye vuruşunu duyuyordum.. Dalgaların özgürce savruluşlarındaki tınıyı..Durgunluğum anaforların durgunluğuydu..Ama bütün bu toplamın anlamı ne?.. Uğultular,alkışlar,tuhaf el hareketleri ne demekti.. Hava serindi..Üşüyenlere bol reklamlı şal dağıtıyordu garsonlar.. Belliki önceden kurnazca düşünülmüştü bu durum.. Puşkin gibi yapıp bu çetrefilli fotoğrafı aktarmalıydım dünyaya.. Mutlak sahtelik insan bilincini dumura uğratıyor.. Bilinci dumura uğrayan toplum sistemin her türlü yalanına doğru, gerçek kabul ediyor..Eco şöyle diyor ’Reklamı yapılan sahicilik tarihsel değil görsel sahiciliktir..Her şey hakiki gibi görünür, öyleyse hakikidir(...) Pervasızlık o ölçüdedir ki,dünyanın dört köşesinden toplanarak getirildiği belirtilen mezar taşlarının üzerindeki yazılar ingilizcedir,ancak hiçbir ziyaretçi bunun farkına varmaz’.. Bu cangıl ne miydi? Onca şatafat,görsellik,ilizyon.. Sistemin bilinci harekete geçirme,soru sorma,okuma,inceleme, bana inan sözünün kayıtsız şartsız uyumuydu.. Yoksul rüyalar çoğaltıyor birileri Birileri içkilerini yudumlar otuz iki porselen dişleriyle sırıtkan Ya kendi imgelerinle zehirlenirsin Ya da gecekondu yağmurlarına tararsın saçlarını 21-28 Eylül 2013.
’.....’Önce-
Kadıköy vapurundayım ilkyaz çiçeklerinin renkleri etrafa yayılmış ayaklarımı demir korkuluklara uzatmışım limanda birikmiş insanlar açlıklarını bastırıyor ayaküstü palarmalar çözülüyor babalardan tertemiz deniz,dönen pervanelerle karışıp hareketleniyor aşağıdan yukarıya doğru kaynayan mavisu süpürüp temizliyor kendini binlerce irili ufaklı denizanası seçiliyor sanki denizanalarından bir denizin üzerinde yol alıyoruz gözlerimiz kamaşıyor vapur hızlanıyor,rüzgar yüzümdeki oynaşını artırıyor atılan simit parçalarını havadayken kapmaya çalışan martılarla bir yarış başlıyor kanatlarında havalanan su zerreleri yüzümüze küçük serinlikler serpiştiriyor dikkatimizi topluyor hüzün taşıyan yük gemileri kız kulesi pembe bir deniz çiçeği gibi düşlerim kol kola dümen başında yazılmamış şarkıların notasına dokunuyoruz ’.....’Sonra- Yaz bir kapıyı kapattı ardımızdan usulca gözlerimi yumsam çığlığından büyümüş çocuklar buluşur saçlarım uzadıkça uzuyor gereksiz yağmurların kucağında sen hala hangi iklime koşarsın böyle boncuk boncuk böyle inceltilmiş kaşlı erguvan akşamlarına Kentin en renkli semtinde işportaya düşüyor hercai meydanda suç diye iki sinema iki sahne çığlık ben susunca bütün şehirlere kar yağıyor hiç bir şiire sığdıramıyorum kıpır kıpır harfleri kimi zaman kısa aralıklarla dışarı atıyorum kendimi yıldızlara ulaşmak,dokunmak ister oluyorum birden gecenin matemi dürtüklüyor hevesle ıslığımda eski bir şarkıya çeki düzen veriyorum zoraki çocuk sevinçlerimi vurup ayaza kanepedeki boşluğuma sarınıyorum saat yirmi dört sonrası adına şiirler yazıp mektuplar atıyorum kimsesiz posta kutularına hayta bir bahar düşleyip arınıyorum bu keşmekeşlikte bütün çiçeklerin isimlerini ezberledim gör ki saatler hep gecedir -Tut ki pırıl pırıl bir cumartesi şarkı söylesin sokakta çocuklar filiz kıran fırtına da olsa etraf rüzgarsız göğe inat sebepsiz gülümse’ |
en çok gece bizi biriktiriyor
iki hüznün arasından kaybederken ellerimizi
kavuşmaya ne çok meyilliydi oysa yürek denilen
kentin en renkli semtinde unutulduk belki de
ama hiç unutmadan cumartesiyi
her cumartesiyi ayrılığa bağlayan geceyi...
yıldızlar ?
ışık gösterisi artık zamanın
teşekkürler şiire