Zaman İlkbaharını Arar Kendi Geçmişinde/Kalkıp Kendime Sığınsam Kentin ÜşüyecekŞiirin hikayesini görmek için tıklayın ’Nemrud ölümsüzlüğü seçiyor yükseklerde/
zerdüşt ateşi üflüyor yeryüzüne/simurg,yaşayan halk/ yeraltında bir kil tablet örselenmiş/ mezopotamyada,düşünüyorum,düşünüyor,düşün’..A Merhan.. 8 Eylül.. Bir gün olur soğuktan kaskatı keser imgelerin.. Bir gün olur yaz yağmurlarında pır pır eder çocuk yanın.. Bu sabah kentin kalabalık caddesinde bir çiçekçi.. Sanırsın kaldırımlar çiçek açmış..Şaşırıp kaldım dört mevsim çiçeklerin arasında..Dağıldım,bin parçaya bölündüm.. Renk renk dağçiçekleri ve zambaklar,ve gökkuşağı,umutlara çiğlenen sevinç..Durup soluklandım..Yaşlı bir adamla tütün sarıp içtik..Öksürdüm,öksürmeme fısıltıyla bir dua okudu,anlamadım..Yürüdüm..ışığa,ümidini yitirmemişlere.. İleri bir saate kadar yürüdüm..İçimde umutla..Yol arkadaşım güney rüzgarı ’yürü,ümitvar az ötede’ diyordu..Yürüyorum gündüzden geceye.. İki balkon arası gerilmiş ak pak çarşaf gibi düşlerim.. Hiçbir gidişim yetmiyor özlemime.. İşte Eylül..Temmuz lâl çiçeğiydi,Eylül’se kekeme bir rüya.. Ve sen,en çok alıntılarınla ruhunu verirken kelimelerine,yeniden yeniden bıraktığın yerden başladım platonik sevmelere.. Sennur Sezer Afiş’de diyor ya hani ’Çok söylenmiş güzelliği güzün/ Bir çocuk ıslığın izini sürer’..Soruyorum,zoraki büyüyen bir çocuğun serüveni değil midir hüznü.. Kıdemli bir savruk düşün ağlayabilir mi gözyaşları da? Yok! Hayır! Bu sözlerim gelişi güzel bir yüksek sesleniş yalnızca.. Çok mu dersin bu sesleniş bana..Çok mu fazla hercai menekşe.. Sendeki sürgünler bileklerimde şiir şiir,mektup mektup pranga.. Yeşerdikçe çoğalan bir dalganın sırtında geçiyorum kocaman coşkuları,bir şehirden bir şehire.. Sesizce giriyorum şehre..Otellere bir türlü alışamamış valizimi açıyorum..Tıka basa şehvete düşüyor sabıkalarım.. Kendi infazıma gülüyorum çift kişilik şilteli yatakta.. Dizlerimi karnıma çekip karkuşu’nu düşünüyorum uzandığım yerden.. Kendimi şehirlerarası düşkırıkları taşıyan Akova’nın kaplumbağasına benzetiyorum.. Üstümde yine vedalara el sallayan bulutlar.. Renkli renkli ekranların,parlak vitrinlerin bir adım ötesinde, pankartların ve sloganların sesine kattığımız çığlığımızla kim bilir hangi düşün puntosunu büyütürüz usumuzda.. Dirence ve sabra verilen zaman dolmadan bir yanım geceden düşüyor yola, bir yanım esmer bir avuntu..Ey her defasında hayra yorduğum hayat! mekansız,ışıksız,repliksiz yokluğuna daya beni..Ki, en fazla bir süprüntü arasıyım duvar yazılarında.. Bir şiiri kendi eliyle kaç kere yazıp temize çekerse şair, o kadar buruşturulmuş sancır yürek.. 14 Eylül.. Hayatın bir yanında sevdanı yaşamaya çalışırsın, bir yanında gülüşlerimizi sağır edenlerin vahşi çarkları arasında,dehşet bir sahnenin ortasında umuttan repliğinle acemi bir figüran gibi sendeler durursun.. Anlayacağın,iki yakası bir araya gelmez şehirler gibidir bazen hayat.. Mevsimin diliyle söyleyecek olursam,Temmuz sevda çiçeğiydi Eylül’le gelen,bir yanımız kekeme,bir yanımız umuda koşar adım biricik ütopya.. Döndükte,yakamızı bırakmadı sezonluk dönen şeritler.. Günlük yaşamın can sıkıcılığı,imajlar yardımıyla kapitalizmin bireyi için bir nebze hafiflettiğini iddia edenlerle sonbahar kış modasına uygun bir düzine dizi-sinema tanıtımı vardı bu gün. Bencil,cinsiyetçi,kayıtsız şartsız biat ettiren,uyuşuk,hareketsiz ve yalnızca ulaşılamayacak ham hayeller enjekte eden filmler.. Fakat günlük yaşamda Kapitalizmin dayattığı değerlerle bütünleşmeyen insanlar,her defasında farklı adlandırmalarla karşı karşıya kalıyorlardı.. Yine kapitalizmin tanımıyla ’asi’-’kuraldışı’ diye.. Açıkçası kitle iletişim araçlarıyla küçülen dünyada,sürekli bir aynılık ideolojisi salgılama geliştirdikçe kapitalizm,kuşkusuz bir çeşit ayin ideolojisiyle de taçlandırmakta..Geçmişin tekrarını yeniden yeniden estetize edip bireyi sentetik bir ilşikide varolamasını dayatma teranesini allayıp pullayıp tedavüle sokuyorlar ..Belki sırf bu yüzden de olsa, ’asi-kuraldışı’lık eskinin devrimci tariflemesine salt biçimsel anlamda kabul edilebilir bir şey gibi geliyor bana.. Hiçliğin edebiyatını yapan kapitalizme hiçliğin filmleriyle sonbahar kış kreasyonlarıyla merhaba dediler yine.. Haftalardır sezon finali diye diye adeta cadı kazanı kaynatıp durmuşlardı.. Gek gör ki,’çok titiz’ bir çalışmayla dolu hissiz,duygusuz,gerçek dışı, seneryolarla kadraja aldılar hayatlarımızı..Hızla betimsizleştiriliyoruz çiğ damlası.. Şimdilerde pek yankı uyandırmamış olsa da,henüz atlatılamamış bir çeşit ar damarı çatlamışların sırıtkan gülümsemelerinin ardında yatan pervasızlığındandır.. Dizi neyse de beyaz perdeyi bu denli piyasa ekonomisine iğdiş etmek, uluslararası platformlarda prestij kaybı dahil her türlü sanatsal ortamdan itibarsızlaştırmakta..İtibarsızlaşma arttıkça kendi kabuğuna çekilip Hollywood’a taş çıkartan ödüller dağıtılıyor şatafatlı gecelerde.. Hatırlarsın,yakın zamanda devlet yetkilileri işi gücü bırakıp oyunlara,oyunculara saldırdığında o büyük yapımcılar nasılda el pençe eteklerini diz altına çekiştirmişlerdi.. Kısacası,hangi iklimde hangi canlıların yaşayacağına,hangi toprakta hangi bitkilerin boy vereceğine,her daim kendine biat ettiren bir sisteme canı pahasına karşıduruş gösterenlere karşın maalesef önünü ilikleyip şeritleri ekonomiden yana döndürüp duruyorlar.. Bütün bunları söylüyorumda beni alkışlayanlar bile oluyor, düşün hayatın neresindeyiz.. Tolstoy ’Sanatın ödevi,düşün biçiminde iken kavranamaz ve anlaşılamaz olan şeyi,anlaşılır ve duyulur kılmaktır’diyordu.. Sanatı piyasalaştıranlar bunu tersine çevirdi anlayacağın.. Anlaşılmazı daha anlaşılmaz,daha doyumsuz yaptı.. Duygularımızı kuruttu..Sisteme uygunluk yarattı.. Sisteme,yani duyarsız,omurgasız,öylece silikleştirdi.. ’Aşk diliyle konuşuyorum incitmeyen bir ses tonuyla yumuşaklığımla bu baharlar yazlar hangi kıvılcımları taşır içinde.. Soruyorum mevsimler neye gebe’..Berrin Taş-Bir Kenti Ağlıyorum.. Uzun zamandan sonra dün yine yüzündeki dağınık bulutlara baktım..Ordaydın..Tam karşımda..Capcanlı.. Hissederek,gözlerindeki uzak ağaçlara tırmandım.. Çocuklar gibi şendim..Işığın varken sana bakmanın büyük cesaret gerektiği kanısına vardım.. Mektuptan,Cumartesi’den önce seni görmenin, sözcüklerini okumanın ruhuma nasıl da iyi geldiğini bilemezsin..Arka bahçenden geriye salkım salkım hüzünler kaldı,olsun..Cumartesi’nden önce ordasın ya buda yeter.. Benim serabım varoluşum çünkü.. 07-21 Eylül..
İçimde sönmeyen mum
duvardan duvara avutulmuşluğum yerden göğe apaçık gülümseme düşlerin de bir rengi var mı? o pejmürde,o iler tutar yanı kalmamış sokaklar var ya hani hiç görmedikleri seni sorsa payıma işlenmemiş tüm günahlar düşer duvar dibinde uyuyorsam bu kesinlikle gözlerimi gözlerine düşürdüğümden kim bazı zamanlar bir beden büyük düşler kurmaz ki sahi bu düşlerim boyuna göre değil miydi? Seni geceye çok ama çok betimliyorum öylece,üstelik el yazması sabaha ölümsüzleşiyorsun imgelerimde nirvana’ya yaklaşıyorum gözlerine bakarken yüzümün yarısı pavurya bükümlü bir vapur yarısı bir kaç damla yağmur suskunluğundan yıldızlar devşiriyorum ulu orta resmediyorum her gece seni durulmayan yüreğim üç parça deniz sokağın rastgele bir duvarına daya beni ve öp hüznümden postmodern çağda yakışık alır mı diyor kısa boylu bir adam herkesin içinde dört duvar yalnızlıklar ayaküstü nutuklar atıyorum sardunyalar boylanıyor içimde hayallerim gece matinelerinde kapalı gişe bilmiyorlar düşlerim ısıtsın diye dünyayı bahar çiçekleri saklıyorum içimde yazdan kalan bilmiyorlar senin kalbine denizci düğümlendiğimi ve bende çözlündin en çok (Dışarda hafif meşrep bir hava Oda da ağzı var dili yok fotoğraf Masada Yaşar Kemal’in çocukken üzdüğü kaplumbağalara büyüyünce sevgiyle yazdığı söyleşiler Karşı evlerin dantel oyalı perdesinden gülümseyen çocukluğum.. Bazı geceler aydınlık doluyor yüreğime).. |
'Nemrud ölümsüzlüğü seçiyor yükseklerde/
zerdüşt ateşi üflüyor yeryüzüne/simurg,yaşayan halk/
yeraltında bir kil tablet örselenmiş/
mezopotamyada,düşünüyorum,düşünüyor,düşün'..A Merhan..
8 Eylül..
Bir gün olur soğuktan kaskatı keser imgelerin..
Bir gün olur yaz yağmurlarında pır pır eder çocuk yanın..
Bu sabah kentin kalabalık caddesinde bir çiçekçi..
Sanırsın kaldırımlar çiçek açmış..Şaşırıp kaldım dört mevsim
çiçeklerin arasında..Dağıldım,bin parçaya bölündüm..
Renk renk dağçiçekleri ve zambaklar,ve gökkuşağı,umutlara
çiğlenen sevinç..Durup soluklandım..Yaşlı bir adamla
tütün sarıp içtik..Öksürdüm,öksürmeme fısıltıyla
bir dua okudu,anlamadım..Yürüdüm..ışığa,ümidini yitirmemişlere..
İleri bir saate kadar yürüdüm..İçimde umutla..Yol arkadaşım güney rüzgarı
'yürü,ümitvar az ötede' diyordu..Yürüyorum gündüzden geceye..
İki balkon arası gerilmiş ak pak çarşaf gibi düşlerim..
Hiçbir gidişim yetmiyor özlemime..
İşte Eylül..Temmuz lâl çiçeğiydi,Eylül'se kekeme bir rüya..
Ve sen,en çok alıntılarınla ruhunu verirken kelimelerine,yeniden
yeniden bıraktığın yerden başladım platonik sevmelere..
Sennur Sezer Afiş'de diyor ya hani 'Çok söylenmiş güzelliği güzün/
Bir çocuk ıslığın izini sürer'..Soruyorum,zoraki büyüyen bir çocuğun
serüveni değil midir hüznü..
Kıdemli bir savruk düşün ağlayabilir mi gözyaşları da?
Yok! Hayır! Bu sözlerim gelişi güzel bir yüksek sesleniş yalnızca..
Çok mu dersin bu sesleniş bana..Çok mu fazla hercai menekşe..
Sendeki sürgünler bileklerimde şiir şiir,mektup mektup pranga..
Yeşerdikçe çoğalan bir dalganın sırtında geçiyorum
kocaman coşkuları,bir şehirden bir şehire..
Sesizce giriyorum şehre..Otellere bir türlü alışamamış
valizimi açıyorum..Tıka basa şehvete düşüyor sabıkalarım..
Kendi infazıma gülüyorum çift kişilik şilteli yatakta..
Dizlerimi karnıma çekip karkuşu'nu düşünüyorum uzandığım yerden..
Kendimi şehirlerarası düşkırıkları taşıyan Akova'nın kaplumbağasına benzetiyorum..
Üstümde yine vedalara el sallayan bulutlar..
Renkli renkli ekranların,parlak vitrinlerin bir adım ötesinde,
pankartların ve sloganların sesine kattığımız çığlığımızla
kim bilir hangi düşün puntosunu büyütürüz usumuzda..
Dirence ve sabra verilen zaman dolmadan bir yanım geceden düşüyor yola,
bir yanım esmer bir avuntu..Ey her defasında hayra yorduğum hayat!
mekansız,ışıksız,repliksiz yokluğuna daya beni..Ki, en fazla bir
süprüntü arasıyım duvar yazılarında..
Bir şiiri kendi eliyle kaç kere yazıp temize çekerse şair,
o kadar buruşturulmuş sancır yürek..
14 Eylül..
Hayatın bir yanında sevdanı yaşamaya çalışırsın,
bir yanında gülüşlerimizi sağır edenlerin
vahşi çarkları arasında,dehşet bir sahnenin ortasında
umuttan repliğinle acemi bir figüran gibi sendeler durursun..
Anlayacağın,iki yakası bir araya gelmez şehirler gibidir bazen hayat..
Mevsimin diliyle söyleyecek olursam,Temmuz sevda çiçeğiydi
Eylül'le gelen,bir yanımız kekeme,bir yanımız umuda
koşar adım biricik ütopya..
Döndükte,yakamızı bırakmadı sezonluk dönen şeritler..
Günlük yaşamın can sıkıcılığı,imajlar yardımıyla kapitalizmin bireyi
için bir nebze hafiflettiğini iddia edenlerle sonbahar kış modasına
uygun bir düzine dizi-sinema tanıtımı vardı bu gün.
Bencil,cinsiyetçi,kayıtsız şartsız biat ettiren,uyuşuk,hareketsiz ve
yalnızca ulaşılamayacak ham hayeller enjekte eden filmler..
Fakat günlük yaşamda Kapitalizmin dayattığı değerlerle bütünleşmeyen
insanlar,her defasında farklı adlandırmalarla karşı karşıya kalıyorlardı..
Yine kapitalizmin tanımıyla 'asi'-'kuraldışı' diye..
Açıkçası kitle iletişim araçlarıyla küçülen dünyada,sürekli bir aynılık ideolojisi
salgılama geliştirdikçe kapitalizm,kuşkusuz bir çeşit
ayin ideolojisiyle de taçlandırmakta..Geçmişin tekrarını yeniden yeniden
estetize edip bireyi sentetik bir ilşikide varolamasını dayatma teranesini
allayıp pullayıp tedavüle sokuyorlar ..Belki sırf bu yüzden de olsa,
'asi-kuraldışı'lık eskinin devrimci tariflemesine salt biçimsel anlamda
kabul edilebilir bir şey gibi geliyor bana..
Hiçliğin edebiyatını yapan kapitalizme hiçliğin filmleriyle
sonbahar kış kreasyonlarıyla merhaba dediler yine..
Haftalardır sezon finali diye diye adeta cadı kazanı kaynatıp durmuşlardı..
Gek gör ki,'çok titiz' bir çalışmayla dolu hissiz,duygusuz,gerçek dışı,
seneryolarla kadraja aldılar hayatlarımızı..Hızla betimsizleştiriliyoruz
çiğ damlası..
Şimdilerde pek yankı uyandırmamış olsa da,henüz
atlatılamamış bir çeşit ar damarı çatlamışların sırıtkan gülümsemelerinin
ardında yatan pervasızlığındandır..
Dizi neyse de beyaz perdeyi bu denli piyasa ekonomisine iğdiş etmek,
uluslararası platformlarda prestij kaybı dahil her türlü
sanatsal ortamdan itibarsızlaştırmakta..İtibarsızlaşma arttıkça
kendi kabuğuna çekilip Hollywood'a taş çıkartan ödüller
dağıtılıyor şatafatlı gecelerde..
Hatırlarsın,yakın zamanda devlet yetkilileri işi gücü bırakıp
oyunlara,oyunculara saldırdığında o büyük yapımcılar
nasılda el pençe eteklerini diz altına çekiştirmişlerdi..
Kısacası,hangi iklimde hangi canlıların yaşayacağına,hangi toprakta
hangi bitkilerin boy vereceğine,her daim kendine biat ettiren
bir sisteme canı pahasına karşıduruş gösterenlere karşın
maalesef önünü ilikleyip şeritleri ekonomiden yana döndürüp duruyorlar..
Bütün bunları söylüyorumda beni alkışlayanlar bile oluyor,
düşün hayatın neresindeyiz..
Tolstoy 'Sanatın ödevi,düşün biçiminde iken kavranamaz ve
anlaşılamaz olan şeyi,anlaşılır ve duyulur kılmaktır'diyordu..
Sanatı piyasalaştıranlar bunu tersine çevirdi anlayacağın..
Anlaşılmazı daha anlaşılmaz,daha doyumsuz yaptı..
Duygularımızı kuruttu..Sisteme uygunluk yarattı..
Sisteme,yani duyarsız,omurgasız,öylece silikleştirdi..
'Aşk diliyle konuşuyorum incitmeyen bir ses tonuyla yumuşaklığımla
bu baharlar yazlar hangi kıvılcımları taşır içinde..
Soruyorum mevsimler neye gebe'..Berrin Taş-Bir Kenti Ağlıyorum..
Uzun zamandan sonra dün yine yüzündeki dağınık
bulutlara baktım..Ordaydın..Tam karşımda..Capcanlı..
Hissederek,gözlerindeki uzak ağaçlara tırmandım..
Çocuklar gibi şendim..Işığın varken sana bakmanın
büyük cesaret gerektiği kanısına vardım..
Mektuptan,Cumartesi'den önce seni görmenin,
sözcüklerini okumanın ruhuma nasıl da iyi geldiğini
bilemezsin..Arka bahçenden geriye salkım salkım hüzünler
kaldı,olsun..Cumartesi'nden önce ordasın ya buda ayeter..
Benim serabım varoluşum çünkü..
07-21 Eylül..
--------------------------------------------------------------------------------
İçimde sönmeyen mum
duvardan duvara avutulmuşluğum
yerden göğe apaçık gülümseme
düşlerin de bir rengi var mı?
o pejmürde,o iler tutar yanı kalmamış sokaklar var ya hani
hiç görmedikleri seni sorsa
payıma işlenmemiş tüm günahlar düşer
duvar dibinde uyuyorsam bu kesinlikle
gözlerimi gözlerine düşürdüğümden
kim bazı zamanlar bir beden büyük düşler kurmaz ki
sahi bu düşlerim boyuna göre değil miydi?
Seni geceye çok ama çok betimliyorum
öylece,üstelik el yazması
sabaha ölümsüzleşiyorsun imgelerimde
nirvana’ya yaklaşıyorum gözlerine bakarken
yüzümün yarısı pavurya bükümlü bir vapur
yarısı bir kaç damla yağmur
suskunluğundan yıldızlar devşiriyorum
ulu orta resmediyorum her gece seni
durulmayan yüreğim üç parça deniz
sokağın rastgele bir duvarına daya beni ve öp hüznümden
postmodern çağda yakışık alır mı diyor kısa boylu bir adam
herkesin içinde dört duvar yalnızlıklar
ayaküstü nutuklar atıyorum
sardunyalar boylanıyor içimde
hayallerim gece matinelerinde kapalı gişe
bilmiyorlar
düşlerim ısıtsın diye dünyayı
bahar çiçekleri saklıyorum içimde yazdan kalan
bilmiyorlar
senin kalbine denizci düğümlendiğimi
ve bende çözlündin en çok
(Dışarda hafif meşrep bir hava
Oda da ağzı var dili yok fotoğraf
Masada Yaşar Kemal’in çocukken üzdüğü kaplumbağalara büyüyünce
sevgiyle yazdığı söyleşiler
Karşı evlerin dantel oyalı perdesinden gülümseyen çocukluğum..
Bazı geceler aydınlık doluyor yüreğime)..
kutlarım değerli şiir dostu.
tebrikler.