sil baştan varolmak...
"bir an olsun kendiyle göz göze gelmeli ve sormalı insan; ne oluyor? diye."
göğüs kafesindeyiz bir şehrin işte genişleyen göğüs kafesinin tam üzerinde çıplaklık değil bu, ne de günah... bilakis yaşayan şeylerin çekiciliği ve baştan çıkarması yine yaşayan başka şeyleri omuzların ağır ağır inip kalkması mesela dudakların konuşurken titremesi bir türlü yerinde duramayan eller hayatın peşinden koşan kalp ve gözler… aydınlığa açılan pencereler ağlamanın her türlüsü, gülmenin her türlüsü… gören gözlerde saklı duran bütün o sahneler ve bütün o kulları akıl almaz Tanrı’nın yani aynı ışıktan gelenler aynı ışıktan gelip farklı renklere dönüşenler… bir garip gökkuşağı gibi varolmak ve büyümek giderek küçüldükçe bir yandan mânaca kabız bir dil öte yandan nerede susacağını bilememek büyük büyük kelimeler... anlaşılmaz cümleler… nasıl desem? bir şarkıyı dinlerken kendinden geçmek sonra kaybolmak bir başka şiirin içinde kutsal kitapların sil baştan yazılması… yeni Tanrılar icat etmek… ardından “arş-ı alaya kör kütük gelmek”… Neyzen’in ve Hayyam’ın sarhoşluğunu şaraptan bilirler ve her özgürlüğe kırmızı bir elbise giydirirler yaşıyor olmanın kabız refleksleri durun! soluklanın hele, bu kavga yeni değil… |