Nura Mektuplar I
sevgili Nur
bugün sana yalnızlığın değişik hallerinden sesleniyorum yanıbaşında uyurken ki yalnızlığın mesela sevgili Nur ayak parmaklarını öptüm uyanınca hiçbir haber bülteni bahsetmedi bundan, çünkü şafak vakti insanları ölesiye yalnızdır yalnızlıklarında. ayak parmaklarını öptüm bir çift serçe sıcaklığında solcular eve bazı kâğıtlar göndermişti kırmızılı sarılı… sonra bir güzel bağırdılardı. öylesine upuzun adamlardandı upuzun adamlardan bir adam… ve vurdular oldu nasılda şaşırmıştım vurunca ölen adamlardandı bir mil bilmem kaç kilometreyse artık işte o kadardı… İstanbulla Malatya arası kaç kiloysa köpek uçuşu kuş yürüyüşü kaç sonbaharsa nasılsa insan küstah saymalarında sayıp sayıp ayırmalarında ki biz ençok elimizin altındakine iman etmiştik onlar eski bir ezan kaydında aramışlardı cenneti sevgili Nur sana yalnızlığın güneşli balkonlarından seslenmek istiyorum yaz gelmiyor bu kente öyleyse diyorum bunca bulutun gizlediği gökyüzü düpedüz dururken durduğu yerde saklı bir mavilik nasıl tutunur mavi kalmaya? çocuklar nasıl büyür bulutlu bir yaz mevsimini? ucumuz bucağımız takvim yaprağı ah beni bir türlü anlamadılar… anlamadılar ki bir türlü beni bir aslan aslan taklidi yaparken kendisi gibi, nasıl olsundu başka? gösterdim onlara yani yani parçalanmış bir ceylan eksikken bir yerlerde bir aslan aslan taklidi yaparken doğayı kurcalarken durmadan insan… kitaplarda büyük kediler kediler ve masalar dört ayaklı masalar hemen dört ayaklı böyle tesadüf olur muymuş? Tanrısına mazeret arayan adamlardandı evet… bazen masaya çağırır konuştururdu onu biri bir Yasin okurdu biri bir marş ölü bunu zaten anlamazdı sevgili Nur masmavi bir gökyüzü biriktirdim sana eskimiş bir cep aynasında kuşlarıyla kanatlarıyla… hem hiçbir treni gecikmezdi sana geciktiğim kadar akşamüstünün… sevgili Nur! eski bir kahve makinesinde biriken hatır yeni dünyalar yaratır içeriz bir suyla başka bir suyun arasında kalanı dersaadette akşam, akşam ki keskin bir karanlığın zamanı bu aşk dediğimiz incecik sızı ençok İstanbul beyefendilerinin yakasına yakışır öyle mi? ve yetimler birbirini gözlerinden tanır Karaköy’den Taksime doğru çıkarlarken bir kenti … sevgili nur sana yalnızlığın pazartesi akşamından sesleniyorum pencerelerde gülünç adamlar var kapı önlerinde yeşil bir kanal bunun öyküsünü anlatmıştım çocuklara büyüdülerdi biraz biraz biri çok sevmişti de öyküyü ağaçları yeşermişti kış ortasında zenginlerin denizden alıp veremediği neydi? diye sordu yaşlı bir adam zenginlerin dünyadan alıp veremediği neydi? sevgili Nur sana yalnızlığın medeniyet halinden seslenmek istiyorum Amsterdam kasaplarina bakıyorum yoklar… nerede kasaplar? sahi nerede kasaplar? gizlenmiş kuytulara ölü bir hayvanı saklıyorlar bir ayıbı örter gibi kırmızının doğru tonunda, asla vahşi değil kan hiç değil dosdoğru kesilmiş bir kaç parça et vitrinde sanki gökten inmişcesine insanlar insan taklidi yapıyor insanlar yerin sebzelerinden de istiyor sarımsağı, soğanı, mercimeği Tanrı sabırlı sevgili nur biraz da benden bahset diyorsun anladım öyleyse hiç kimse seni uyurken görmemiştir birkaç soykırım generali hariç soğuk ve lanetli öfkeleriyle öyleyse ben sana senin hikayeni anlatırım sen yeni bir kumaştan elbiseler giyerken taptaze bir şehirde ama zulmü kazananların aralıksızdır… bunu böylece anlamalı sahi hiç kimse görmemiştir seni uyanırken Norveçli bir haciz memuruyum Tanrıdan korkmuyorum karanlık bir sokakta bıçaklanmaktan korktuğum kadar. yüzümün bir yönü yok hiçbir Norveçlinin yüzünün bir yönü yoktur parmaklarının sonra… mutluyum mutlu olmasına sokakları düzelttigimizden beri sarı sıcak bir Afrika güneşi eksik gökyüzünde mutlu muyum sahi… kalenderle takvimler arasında bir bağlantı nasıl olmaz oyuncağını kaybetmiş çocuklar gibi kalın bir hüzün değilse nedir bu bağıntısızlık kalenderle takvimler arasında biri ilişki olmalıydı bir gülücük sarardı belki dudaklarımızı oturur eski dedelerimizden bahsederdik sevgili Nur bir balığı ölünce balıklar dislermis insanı günahları çünkü her şey hayata dahil… herşey çaresizce yaşamanın bir cüzü durmadan yıkılan sonsuz bir oruç mevsimi mukabeleye uyanıyoruz her sabah … oyuncaklı dedeler kedileri gezdiriyor ip uçlarında anneler ceylan sardunyalarını bir kadim dünya alışkanlığıdır sonbahar tırmanıyor evleri tepeden tırnağa… sevgili Nur! sana hiç çağrılmamış bir ölüm meleğinin kendi iç mezarlığından seslenmek istiyorum gömüyorlar sesimi aralıksız kazmalar ve kürekler ve biraz Tanrıtanır mezar kazıcıları gömüyorlar sesimi aralıksız aralıksız bir sonbaharın kışbaşına döndüğü yere karıncalara basmayayım derken gökyüzünü ıskaladım sizi bilmem ama ben böyle iyiyim bilmem…bilemem, ama ben böyle olmuş gibiyim hem kim kimi bilebilir bir ihtimal ben seni kâlû belâdan beri… |
Evet, kronolojik olarak işlenmiş kocaman bir hayat hikayesiydi, "Nur" ile yolculuk. Emek verilmiş ve etkili...
Çok teşekkür ederim şiirin verdiği duyguya.
Saygılarımla, Şair.
Tüya tarafından 6/22/2023 8:19:27 PM zamanında düzenlenmiştir.