çağır beniKanatır mı sanıyorsun sözlerin beni Tanımam mı sanıyorsun gözlerindeki esaret zincirini Ah sevdiğim Sen beni hiç bilmedin mi? Sıla dediğin bir çizgi İki ucuna konduğumuz Haritalarını terkeden kuşların silinmiş ayak izleri belki Belki çiğneyemediğimiz bir lokma ekmek Gönül yordamıyla tutunmak var ya sevdiğim Ellerinin asılı kalması bir ağaç dalından Bırakamazsın istesen de Aşağısı boşluktur hani -kendi kalıbıyla dolmayan- Kenetlenirsin de yukarı çeker seni Olmuyor sevdiğim Göğsümde sakladığım mektupların adresi belliyken imzamı atamıyorum altına Diyemiyorum bunlar benden Belimi büken hasretin kırbacı şaklıyor yüzümde Dökülüyorsun kirpiklerimden Nasıl toplamalı düştüğün yerden seni Nasıl kaldırmalı ayağa bu sevdayı yeniden? Düşün sevdiğim… Azığını ardında unutan kervanları düşün Kuruyunca dudakları susuzluktan Geri dönüşlerini düşün zahmetli Açlığı düşün Ki hırsızlık yaptırabilir haramdan sakınan bir ele Haramilik değil benimki Dönmek, aslını bıraktığın yere Bir de; Bulamama korkusu. Ah münzevim... Aç kapılarını umuda ardına kadar Kimsesizliğimin yareni olsun kimsesizliğin Aşk ki kaf dağının ardında masal. |
Bir de;
Bulamama korkusu.''
Şüphesiz insanlar,
okudukları, dinledikleri her şiirin bir buklesinde,
kendilerine ait, kendilerini resmeden, kendilerini tanımlayan bir tutam duygu esintisi hissederler.
Ya da,
hayal edip de ulaşamadıkları,
ümit edip de hayal kırıklıklarına düştükleri,
bekleyip de kavuşamadıkları,
sevip de bağrına basamadıkları,
özleyip de saramadıkları zamanların yürek acıtan realitesini,
şiirlerin gizemli atmosferinde bulabilir, Azerilerin deyimi ile küllenmeyen yaralarına derman eyleme masumiyetine yönelirler daima.
Şiirin bu bölümünde,
sevda şerbetini içen tüm gönüllerin, ömürleri oldukça unutamadıkları klasik bir sahne resmediliyor.
Hatıralara geri dönme isteği ve hayal edileni bulamama korkusu.
şiirin en etkileyici bölümü bence burasıydı.
Ama,
aslında bir özlem şiiri bu.
Ve,
sevgiliye kavuşma anının hayali.
Çok güzel tasvir edilmiş.