Hiçbir Hiçliğe Yakalanmadan
koparacağım yaprak kalmamıştı düşümde
kıracağım bir umursamazlık direnci acı gibi geçiyorum aklımdan kendim yığılı bir kitapla üzerinden yaşamın kala kala seni unutmayı anımsamak kalıyor ılımış bir suyla ölüyorum pay bırakmıyorum ihanete gözlerimi yumuşumla göneniyor tarih yokluğunun tadı zedelenmeden yitsin istiyorum varlığım çünkü ben yokluğunla varoldum yokluğun yok olmadan yok olacağım... akşam da gurbete dönüşüyor uzak ışıklar bile yalana yüz tutuyor hiçbir donuk gölgede ağlayan bir isimsiz aramıyorum sorusuz susuyorum bir de ardımda yokluğunu kanatacak hiçbir sözcük kalmayacak zaman kılına bile dokunamayacak kahrımın kınında yüzyıllık bir sır gibi kalmışlığının çünkü ben süresiz gidişine geldim açığa çıkmadan hiçbir ayak izin yok olacağım... aslında hiç yalnız değildim terk tadında bir ağustos sıcağında perde hışırtılarına umut bağlamadım zorla selamlamadım içtenliğini birlikte duyumsamak adına hiçbir yağmurun ilk kokusunu bütün yoklukları aştım yokluğunla ama hiç yokluğunda değildim yokluğunun gülüşünün kenarını çocuk umarsızlığımla aradım sokağını unutmuş serseriden medet ummadan hiç ve hiç hiçbir hiçliğe yakalanmadan hep bulduğumu sandım yokluğunda avunmayı pekiştirecek kanrevan sabahlarımın en yalınını çünkü ben yokluğunun en uzağındaki en dürüst bekleyişe geldim sınırı güzelliğinin sınırsızlığıyla çevrili bu sonsuzluk nöbetinde yok olacağım... kağan işçen... |