kar misketleri
yere düşmüş bulutlardan iz bırakarak kızakları uçuran
sibirya kurtlarının kavrulan gözlerinden adeta fışkırıyor Tanrı’nın korkuyu nasıl yarattığı sonsuzluğa depar atarken yüzüm yanıyor soğuktan dibe vurmuş mors etleri rüzgara kusuyor dudaklarıma yabancı "hayatın içine dalıyorum " güçlü bir yupiğin kamçı sesleri ninnim nazeni bir uyku koynuma giriyor teklifsiz gizli koyakların eskimo kızları melez ağaçları dikiyor kara karılmış kalbime kuyu kazıyorum somurtkan bir ren kürküne ah urfam buğday başakların kavrulurken ikindi güneşinde güneşinden bir parça buraya göndersen fok derisinden çizmelerimi avuçlarken kar "hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı memleketimin şarkıları ve tütünü gibi" soluk benizli yıldızlar kırkyama yapıyor göğe sabâ ile titreşen kar misketleri pür neşe yüzümde birikmiş jaleler aydınlık gibi kımıldamıyor bedenim ah bir kahve... "ben ki,baht-ı kâre dolaştım hep âvâre" ah olsa türk lokumlu bir boşnak kahve bitevî râhiyası... buzla dolu gözlerim med-cezir psişik düşlemler uzun yolları dolarken parmaklarıma soluklanıyorum novodevichy’de* tek bir karanfil koyuyorum kardan kardelene bürümüş güzide üstadın mezarına "ne güzel şey hatırlamak seni ........................................... ............................................. içimde ikinci bir insan gibi..." Tanrı’nın soğuk cömert topraklarını ısıtırken avuçlarımda kızıl meydana ilerliyorum uykulu bir marşla dilimde *moskova’da nazım hikmet’in yattığı mezarlık gönül gençyılmaz |
dizeleri okurken zamanın durduğunu
kalbimin susdugunuzaman tüneline takıldığımı his ettim
yüreğinin coşkusuna sağlık
canım ciğerim.