TÜKENDİ YILLAR...Şiirin hikayesini görmek için tıklayın TURNALAR TÜRK/Ü SÖYLER
Varsın lal olsun Batı, ahtini bozsun vefa Tarihe ihtimamla bakış bizi anlatır Refaha katkımızı kaldırsalar da rafa Terimizden her damla, nakış bizi anlatır Meziyet bilseler de haksızlığı hak saymak Kolay mı gurbetçinin emeğini yok saymak Evlerinde o konfor, sofralarda bal-kaymak, Nankör dimağa ırak çok iş bizi anlatır Sanmayın talihimiz yâr idi, öz gibiydi Ne zaman el uzatsak elleri buz gibiydi Viyana, Berlin, Paris... dar bir kuyu dibiydi Daha genç yaşımızda çöküş bizi anlatır Ayrılık yaman illet; sineyi yakan yara Gönül inkâr etse ne; efkâr vermiyor ara Sılanın özlemiyle bakarken uzaklara Âhh ile onlarca off çekiş bizi anlatır Ne zaman söz açılsa Sirkeci’nin garından Bağrımız yanar, tüter ayrılık efkârından Yüreğimizden esen her hüzün rüzgârından Vicdanlı sinelere akış bizi anlatır Kim demiş yaban eller gurbetçi için saray Çan çalan diyarlarda solgundur güneş ve ay Hasret dolu onca gün; altmış yıl! Dile kolay Üzücü nice olay; yokuş bizi anlatır Bir yokuş ki çileli, adım başı hep diken Gâh talihe sınavdı, gâh tarihe Solingen Altmış sene içinde "Ne?" denirse biriken Öfke ile çatılan bu kaş bizi anlatır Çilemize şahitken takvimde her sahife Abestir her izahat aşikârı arife... Mevsimlere sorsalar bahar gelmez tarife Ya fırtına, kar, boran; ya kış bizi anlatır Hasretle sulandıkça duygu güzergâhımız Tan doğsa da küskündür güneşe sabahımız Bin feryâda eş çıkar bir kerecik âhımız Alevi arşa değer; yakış bizi anlatır Nefretle yarışında muhabbet yenildikçe Sevginin güzergâhı yorgun ayağa dikçe "Yabancılar dışarı, defolun" denildikçe Nazilerden yükselen alkış bizi anlatır Ne bilsin gam çekmeyen, yurdunda gezen, bizi Vatana sevdalı der hakkıyla yazan bizi Mızrap saza değdikçe unutmaz ozan bizi Dumanlı dağ, gökyüzü... o kuş bizi anlatır. ... EZANSIZ VATAN OLMAZ Ayrılıktır atadan, anadan ya da eşten Tam doğarken ufukta buz dökülür güneşten Sızıdır genizlerde, bir gömlektir; ateşten! Hârını avucunda lavları tutan bilir Gurbetin acısını müebbet yatan bilir Ruha çile verse de kubbesinde çalan çan Böyle uygun görmüştü hicret için yol açan Çekmeyen ne bilecek nasıl dayanır bu can El, garip muhaciri hep keyif çatan bilir Gurbetin acısını müebbet yatan bilir Davulla karşılanan "Misafir İşçi" iken Dilde kine dönüştü yüreklerde biriken Kimisi Türk düşmanı, kiminin dili diken Yazık ki nankör Batı ne ar, ne "utan!" bilir Gurbetin acısını müebbet yatan bilir İnce ayar olsa da her bir ilâhî yasa Geceler uzun gelir, gündüzler hayli kısa Bir yaradır kanayan, kapanmayan... hülasa Azabı köz yaşını aşına katan bilir Gurbetin acısını müebbet yatan bilir Haç gölgesi altında neşe Türk’e yâr olmaz Hazansız mevsim olur... ezansız diyar olmaz! Hasret çeken ozanın sazında ayar olmaz Telindeki hüzünü hicranı tadan bilir Gurbetin acısını müebbet yatan bilir Varsın değişsin bu dem değerler, duygu, lisan Yurt desin yaban ele çandan haz alan insan Baharlar Türk’üme kış, en sıcak mevsim hazan Feleğin sillesini ayaza çatan bilir Gurbetin acısını müebbet yatan bilir Sanmayın ağlıyorsak gözlerin kusuru var Altmış yıl, dile kolay; hem hatta küsuru var Gurbetin sinelerde iflah olmaz uru var Çöllerin çilesini kumlara batan bilir Gurbetin acısını müebbet yatan bilir Kim engin deniz varken dehlize inmek ister Kim güneşten iz varken gölgeye sinmek ister Kim doğduğu toprağa tabutla dönmek ister Türk, yurdunu "mukaddes", "mübarek vatan" bilir Gurbetin acısını müebbet yatan bilir Hasret zalim eşkiya; gam hasretin sağ kolu Mendilim gözyaşıyla, dil ucum âhla dolu Ay-yıldız kara sevdam, düşlerim Anadolu Sıladan ayrı kalan ne şafak ne tan bilir Gurbetin acısını müebbet yatan bilir Mecit Aktürk ESKİDEN Kader-i ilâhîde bir hicret belirince Gönülden göze yollar döşenirdi eskiden Sîne alev almadan genizler sızlar önce Veda ânı yangınlar yaşanırdı eskiden Gurbet gâhi bir cennet, gâh öcü bilinirdi Hem acı veren yanı, hem gücü bilinirdi Umuda yolun başı Sirkeci bilinirdi Gözyaşlarıyla raylar aşınırdı eskiden Mazi olmadan bahar, gelmeden kara kışlar Bilirdi görevini postacı Turna kuşlar Yüreklerde fırtına, derken... sağanak başlar Kirpiklerin ucundan boşanırdı eskiden Kalkan tren ardından seperken eller suyu Her muhacir Yusuf’tu, gurbetse dipsiz kuyu Hıçkırıklar bölerken çoğu zaman uykuyu Can sabır silahını kuşanırdı eskiden Orhan’la Ferdi’lerden nağme çalarken utlar Cigara dumanında aşılırdı hudutlar Hayallere sarılan hoş kokulu umutlar Tahta bavul içinde taşınırdı eskiden Kalanın dilde âhı gidenin yâdı vardı Hasretin hazin sesi acı feryâdı vardı Tarifi dile çile emsalsiz tadı vardı Yazmaya kara kalem üşenirdi eskiden Mal-makam-para hırsı bir an olsun bıraksa Kaybını farkederdi; insan maziye baksa! Eş, dost, komşu, arkadaş... sevdiğinden ıraksa Özlem ile anardı... düşünürdü eskiden! Mecit Aktürk *** GÖÇÜN 60. YILİ ANISINA ALTMIŞ BEYİTTEN İBARETTİR *** BİR GURBETÇİNİN GÜNLÜĞÜNDEN Mülküne teşrif için Hakk’tan gelince izin Açıldı perdeleri süslü kürenin, gizin... Kaderin kışlasında henüz "acemi er"dim Gözyaşları içinde ilk tekmilimi verdim Sultanını ararken gönlümde payitahtın Somurtan surat gördüm; dediler "işte bahtın!" Bir bakışı vardı ki sanırsın ki düşmandım Daha bir ay geçmeden doğduğuma pişmandım Üç aile on nüfus ve daracık bir alan Huzurluyduk desem de, herkes bilir ki yalan Neşe çehreye haram, fakirlik diz boyuydu Talihimin karası katrandan da koyuydu Çok şey karaborsaydı; çay, şeker, aygaz tüpü... Milletçe kuyruktaydık, milletçe sinir küpü. Bakkala yağ çekerken iki kalıp yağ için Mukadderat sanırdık; sormazdık yokluk niçin "Tıs"ladıkca musluklar su taşırdık çeşmeden Maharetti yürümek çamura hiç düşmeden. Sanki yetmezmiş gibi onca yokuş, nice dik Birgün baktım ki babam hüzünlü, başı eğik Çökünce yamacına anlattı sebebini Yuvamızı yaparken borç delmişti cebini! Kanıp anlatılana "çaremiz tek" demişti Uzağa... çok uzağa gitmek gerek demişti Doldurup düşlerini eskice bir valize Vizesini alınca veda etmişti bize Ayrılığın adresi Sirkeci´nin garıydı Gözlerimi yaşartan ayrılık rüzgârıydı. O’na sürgündü hayat, bize zehirdi yemek Meğer böyleymiş demek, ağlarken gülümsemek. Üç beş kuruş artırıp hemen dönmekti gaye Farklı bir şekil aldı hüzünlü bu hikâye; Anam ve dört yavrusu; yarı tok yarı açtık Henüz yaşımız küçük, ilgisine muhtaçtık. Cimri gaz lambamızın sevmesekte isini Bir avuç ışık için çekerdik kaprisini Ne kadere küs oldum, ne azmimi yitirdim Onca yokluk içinde liseyi de bitirdim. Yoksula yarış çetin, yüksek okul masaldı Oysa ilk imtihanda puanım Siyasal’dı. Anamın sayesinde nice engel aşmıştım Yetmişli senelerin sonuna yaklaşmıştım Nasıl bilebilirdim neşe kısa sürecek Vebalı bahtım yine yüzüme öksürecek Mevsimler denizinde yaz beklerken oltaya Suratsız bi general kış yazmıştı rotaya "Kavgam var" deyip birgün, demokratik düzenle Düşman etti kardeşi kardeşine özenle! Darbeye zemin için kan akmalıydı; aktı Kin ve nifak tohumu kalplerde iz bıraktı Komşu komşuya düşman, kaderine asiydi Kahveler, gazeteler, giysiler siyasiydi. Karşılığı kurşundu barışa davetlerin Failleri meçhuldü seri cinayetlerin. Evlere hakim olan can korkusu, kederdi On yaşında veletler mahallede "lider"di! Sanıyorduk kaderdi; kanıksamıştık zira Kan kanla yıkanıyor, kapanmıyordu yara. Hava karlı ve puslu, "kurşundan da ağır"dı Babam bilet gönderip Almanya’ya çağırdı. Veda günü anama sıkı sıkı sarıldım Sanırım o gün ilk kez talihime darıldım "Benim beklenen adam, yaraya derman hekim" Diyerek başa geçti bir general "netekim". Berlin’e vardığımda her yer bembeyaz kardı Almanya büyük devlet, lakin gönlüme dardı. Bir tek hedefim vardı; saçıma düşmeden ak Bitirip okulumu, sürgünü kısa tutmak! Kaptırıp gayretimi hayalimin hırsına Üç ayımı harcadım yabancı dil kursuna Eksik fazla demeden Alman’ın akçesine Çalıştım, katkı sundum aile bütçesine Her semester sonunda alıp geçer puanı Veriyordum sırayla her dersten imtihanı Gençlik şelale gibi içimde coşuyordu Akrep bitkin, yelkovan ardımdan koşuyordu Futbol kara sevdamdı, belki de tek zaafım Yâd eder yıllarımı yüzlerce fotoğrafım Sahaya ayak atsam gören kartal sanırdı Kuşlar kaleye baksa eminim kıskanırdı Forvetin şutlarını tam doksandan alırdım Her uçuşta havada on dakika kalırdım . Mevsimin yazı da var, günler uzun, ak ama Yalnızlık sülük gibi yapışmıştı yakama Bir nevbahar sabahı güzel olunca hava "Belki son fırsat" deyip çıktım zorlu bir ava Fazla vakit geçmeden keklik ovaya kondu Yayım tek atımlıktı; bu fırsat ilk ve sondu Arlanıp yazmasam da buraya birkaç satır Parmağımdaki yüzük sonucu hatırlatır Geç de olsa bulmuştum gönlümün perisini Halden anlayın dostlar, sormayın gerisini... O’dur ilham kaynağı her dizemin hecemin Ay’ı O yıldızı O her mehtap her gecemin Gündüzümün güneşi solar, üzülür O’nsuz Bir sevdadır içimde; uçsuz bucaksız... Sonsuz... Tebessümün anlamı gözlerinde saklıdır Bir hata varsa, benim, O ise hep haklıdır ... Ne zaman güneş ile az ısınsa içimiz Bulutlar gölge eder, solardı sevincimiz Talih tekerrür etti; derdi vardı babamın Tesellisi zor işti, canı çıktı çabamın Dile tesbih olsa da "dünya hayatı yalan" Hayalinde ev vardı; geniş... bahçesi olan Değişik semtler gezip nice muhitler aştı Nitekim çok geçmeden hedefine ulaştı Termal’e demir atıp yuva yaparken kıştı Döneriz zannederken malesef yanılmıştı Üç kat koca bir teras ve içinde iki can! Sonuç yine yalnızlık, akıbet yine hüsran Hüzün derdi anbean; yön dönülmez tek yöndü Soğuk bir kış akşamı ışıklar hepten söndü... ... Şimdi yorgun ve bîtap gün sayarken zamandan "Demir almak" üzere hayatım bu limandan Hüzzam idi bahtımın çaldığı tüm ezgiler O yüzden böyle derin yüzümdeki çizgiler Yıllarım kördüğümdü yollarım ince Sırat Anlatacak şey çok da... Gerisi teferruat... Sözün özü; ne etsek kader boyun eğmiyor Emin olun bu dünya onca hırsa değmiyor... Mecit Aktürk
|