15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1528
Okunma
/hiç bilmedi işlerken toprağın ölüm olduğunu!.../
akarken toprak
sarsılıyordu yer gök
sipersiz cehennem ateşiyle
içinin ışığı sönmüş şehirde
yok oldu sabahın rengi…
suyun girdabında yutulurken nefes
acının adı sende yazmıyorsa bilemezsin
kaç desibeldir dönen çemberdeki ses?
dilsiz, kara gölgelerden medet umarken yürek
yılkıya bırakılmış kadar yoksundur ruh
gökkubbeyi inleten çığlığın kasveti
doldururken göz pınarlarını
bilinmez, kimin dudağına değer yaşam busesi!
yön bulma savaşında mağlupsan
itilip, sürüklendiğin bir uçurum başıdır hep!
lezzetini, ayaklarınla yoğurduğun
ömür sığınağın nerdedir? bilmiyorsun şimdi...
dünyaya yeni gelen
durmadan ağlayan çocuk
başın sağ olsa da
annesiz, aç tenin
ışığına, sıcağına körsün güneşin...
çekilmiyor, ölüm vardiyasında ısrarda hâlâ
eniyle, boyuyla yayılıp
acı karanlık demlenirken soluğunda
hangi ressamın fırçası getirir gökkuşağını sana
hangi tabip çâre bulur onmaz sızına?
Tanrım
ne çok sınandık ne çok!…
yine de, üstünkörü baktık hep
bir kez bile, toprak gibi sarsılmadı aklımız
korkmadan, ceset torbalarıyla uyuyoruz
çatal akıllar toplanmıyor düzlemde
yanar döner ağızlar vermişsin
kuru sıkı atıyoruz boş yere
unutmayı en iyi bilenlerdeniz
süpürüp gidiyoruz
bir kıymık kalmıyor geride
karanlıkta kim görür ki?/ kandırmacaları
sırtımızda yük değil gidenlerin ağırlığı
topraktan geldik, yine ona döneceğiz değil mi?
biz/ler, tesadüfen yaşıyoruz gerçekte
ne çıkarsa bahtına, rastgele!
Mustafa Ergin Kılıç
Hâdiye Kaptan
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.