Kazık kavgasıgitmişlerdi etraftakiler çokça tenhalaşmıştı hayat telâşlanıyordu adam davetsiz bir misafiri vardı gidebilsem diyordu o gelmeden önce gür sesle sağlam olsun pençeler, dedi kunduracıya nasibidir insanın yenemediği korkular yanlış makasa girdi tren yıktı geçti siyahi hüzzam yürüme siftahı olmadan daha kanatlı kemendi dolandı boynuna taşraya yolcu kılındı düşü, soğudu kaldı dudaklarında ilacı olmayan acı /ölümdür kaya gibi yüreğe oturur geride kalanda saatini kuramıyorsun soluğun oysa bir zamanlar, ne kadar uzak sanıyorduk bize beyhude her şey, her şey beyhude hangi zırha sarılırsan sarıl yatakta, upuzun boylu boyunca ne saz, ne söz, ne soluk bir gün, yeni bir sabaha uyanamamak sonra eller üzerinde kısa bir yolculuk bütün saltanat her şey burada kalacak gözüm ne yokuşun, ne inişin var bundan sonra ne renk ne de âhenk yarının vaatlerini söyleyemeyecek dil doğum ve ölüm süremediğimiz iki iz durdukları kaygan yerde niçin, tutmayacak bir kazık kavgasında insanlar bu işte bir terslik var gözüm bu işte bir terslik var bundan sebep zifte bulanmış bu dekor ve bundandır soluksuzluğumuz güneşle kucaklaşmak varken bugün yarına, peşin peşin bu karanlığı karmak niye ölümlerini sezen kediler gibi olsaydık keşke avcının, büyük karanlığı çağıran sesinde görürdük, serçenin canından damlayan acıyı görün, kimse kazanamayacak kimse kazanamayacak kazık kakmayı Hâdiye Kaptan |