Yankısız ve İkindili
kitaplar dolusu dünyalar kurdum ikimize
ama sen çizgiler çektiğin yerlere kaçtın donuk ürperişlerle yorumluyorum artık cadde boyları kalabalıkların arasından sızışını bakmaya mecalim kalmazken yankısız ikindiler çökmüş dudaklarına... hasta sotalarda sorgulamadan güneşin sensiz yalınlığını saç kırıklarına buruk özlemlerle muhtaçlaşır kangrenleşmiş sahnesi çamurlu sokağın sokağın en kirli duvarında ölürcesine siyah üşüyorum oysa hiçbir aydınlığı boşa harcamadım... balkonları dinlendiren gri kış öğlenlerini bile... dalları kırık çınarıyım sensizlik ormanının yalnızlığımla tutunduğum toprağın üstünde adım seslerin tek fakir eğlencemsin çocuk düşlerden daha gür daha parlak gövdeme sarıl istiyorum eskimiş yalnızlığımı hisset isterse yenilensin tüm acılarım... annemi düşünmekle kururdu gözlerim ot sadesi saçlı ellerinde samimi su sürahisiyle seni de seven kalbime batan iğnelerin ucunu bileylerken sensiz zaman damarlarımda annemin gözyaşları çocuktan daha çocuğum ağlamayı avutacağım günleri düşünmek istemiyorum pabuçların kapımın önündeyken dolmalıyım sesinle sabahla öğle arası bir alada... ince battaniyeli günler geldiğinde heyecanlı kokusuyla şiir mahzenimde uyku mahmuru gözlerinden öpmek var yıllanmış iç mahallemde komşuyum insancıllığına ve yeryüzü avucundan rastgele bir parça sanki avuçların diye sarılıp toprağa sürüyorum yüzümü taşa kayaya çakıla dikene buluta göğe yıldıza özlemle bakarak yüzsüzüm seni sevmekte yaşamakta diretmek gibi... kağan işçen |
Her zaman ki gibi, seni okumak keyifli...