Mehveş Prelüd - 1-l- takvası sallanır dualarım kaldı bir tek tükenmez s a n d ı k l a r ı m d a n geriye... bembeyaz mehveş bir prelüd besteleyecektim sana mahpeyker olacaktı kod adı bu yürüyüşün kıran kırana bir vuruşmayı anlatacaktı ve depreştikçe yaralarım, azgın bir nehir gibi değdiği yeri yıkacak nefesinin değmediği varoşların masalını anlatacaktı sana bıyığı ter görmemiş barikatların haykırışını_kuşatmasını doğru dürüst ve kendi başına hiç aş kaşıklamamış bir delikanlı marşı olacaktı belki ama , asla aşk masalı olmayacaktı tek başına... -ll- Tayini olmayan duygularım vardı . Gübresini güneşten alan çiçeklerim...bitmeyen tükenmeyen istemeyen, yılmayan, pür istikamet bir şuhla ve Tanrı boyu bir hortumla sulayacaktım gerdanının terini... Hikmetini o vakit anlamıştım karyolamın karşı duvarında duran resmini güldüren Tanrı’nın... Baykuşlardan öğrendim gece cesaretini. ki; bu korku ecele faydasız bir ritüeldi. Ve büyüklük hiç bir ölçü olamazdı küçük düşünenler için. Ölçü olmamazdı sevmek; ederini ellerinden önce, kaderiyle birleştiremeyenlerin... utanır kırmızı yüzüne dalgakıran değmemiş daha elleri daha nasıra değmemiş bir emekçiydim ve bir şiir yazacaktım sana dudak uçuklatan nasıl olacaksa gönlü, daha hiç nadas görmemiş bakir bir tarla öyküsü olacaktı hissettiklerim bir lambanın isi gibi usumda toplanacaklar ve her mırıldanışta sana, her defasında bir başka diyemediğimi hatırlatacaklardı bir kitap yazacaktım sana i/çimden bilindik lisanlara kilitli kapılar ardından ve bir okumada anlaşılamamalıydı içeriği tıpkı sana söyleyemediklerim gibi... -lll- Katmerli anaforuna asılı bir vaziyette kapaksız kuyu gibi rüyalar görürdüm, gelecek zamanlı ve deliksiz. Ve bu rüyanın tabiri makberle mahşer arasına nişan almış uzun anlamlı ama kısa cümleler gerektirirdi. Elime hiç kalem almamış olsam da yazmalı, becermeliydim bunu. Nihayetinde tüm hayranlık duyduğum şiirleri yazabilenler de benim gibiydi. Bildiğim tek bir şey vardı; hiç biri benim kadar sevemezdi... Endülüs yumuşaklığın yanında Osmanlı kibrini kuşamalıydım bu zırha yüzüne düşen o tebessümün kara kökönü anlatabilmeliydim mesela o cılız harflerin diliyle imkansızdı belki evet belki de Hint’çe öğrenmeliydim bir şekilde asma saçlar, bal dudaklar, yakamoz bakışlar gerdanı inciden dişler, mehveş gülüşler bunların hiç biri seni tabire yeterli değildi okuyordum gece gündüz okuyordum delipençe ama yazamıyordum bir türlü düşmüyordun kağıda, bir birbirine düşerken gündüz gece ve aklımda sadece afili Çin söylemleri kalıyordu nedense _sevmek, bir gün mutlaka doğduğu yere varan bir nehirdir_ Çin’ce şarkılar da ezberlediğim olmuştur o vakitler gözlerimi hafifçe büzüştürdüğümde... _lV_ Sabrın sonunu göremedim elbet! Ama sorunlarını ezberledim sayende. Bir kere ya Çin’de nehirler ters akıyordu inandım buna ya da bunlar çokluk kandırmacaları idi. Takiyye pazarı voltaları ya da mezarlık türküleri gibi. Ama bir kere pilava değimişti kaşık ve zamandan münezzeh bir harita vardı önümde. Bir gün mutlaka yazacaktım nutkunu alabora eden ’o şiiri’. Ve serecektim irislerinin o en renkli, en havai cicilerini giyinmiş haline. İşte burada faniyet zamana değiyor en çok. Ama acelem yok belki de ömrüm yetmez veya bir tufana denk gelir iştahım da bir mucize olur yazabilirim... Alaburuz saçlarım omuzlarıma yetişince, işte, Hak adımı okutmadan yanına çağırmadan önce önce... su suya tanıdık gelirdi belki ama ben yağmuru anlatmayacaktım ki; sana çünkü bilirdin herkes gibi kararlıydım, şelale gibi doludizgin cümlelerim olacaktı ve ritmini bulmuş bir şimedifer gibi ne var ne yok katacaktım ardıma bazen yaz yağmuru yalayacaktı yanaklarını bazen gece ortası, bir karantina oturacaktı gözlerinin elasına ama mutlaka karanfil mühürler yoklayacaktı dudaklarından indirip bastığında göğsüne adımı ve mutlaka, şangırtılı bir yağmur gibi düşecektim iliklerine işte, karınca harfleriyle ama fil nefesiyle seslenecektim yüreğine... işte’ o şiiri ’ yazabildiğimde... hâlâ yazıyorum sevgili hâlâ buduyorum sefil benliğimi farkında mısın bilmiyorum! hâlâ yağıyorum yüzüne saçlar kırkidindi yağmurları ve dertlerim hüzün tepmiş muson! iki ağlama arası yaşamaksa adın bil ki; iki şükür ardı, erketeye yatmış koca bir dağ hâlâ yazıyorum yazmasına da; o tükenmez s a n d ı k l a r ı m d a n takvası sallanır dudaklar kaldı bir tek geriye!.. hem ben seni unutacağım bir gün sevgili... ’O şiiri ’yazabildiğimde... ... ToprağınSesi . |