Şahdamarıma Oturdu Zaman
Şahdamarıma Oturdu Zaman
ağaçlar küserdi havalara sokaklarda suskun bir gri sadece benim bildiğim çok farklı bir hayata tutunma şeklidir gözlerini düşünmek ağaçlar ağlayışımı paylaşmıyor sokaklar nisana özlemli ben yalnızca seni seviyorum uzaklaşırım buharından hayat sandığın nefes almalarının ürkünce ellerimin küstah cesaretinden şehri benim için bırakmak istemeyişin ve uzun uzadıya uzaklaşacağım meraklı mesafesinden gerçeğe kör bakışlarının eşlik etmeliydi zora koştuğun rüzgar şarkıların alabildiğine cesur alabildiğine sade akıcılığına şahdamarıma oturdu zaman daima sürüşünde gidişinin... şehirler boyu eksildim bütün kalabalıklardan çocukluğumu tanıyınca bütün ağaçlar çekildim güneşin dokunduğu pencerelerden gülüşlerimin sonsuz içtenliğinden ürkünce hayat sandığın öyküsüzlükler illeti ve ceketimin iç cebindeki not defterinde boğazımda düğümlenen sabah ayrılıkları hiçbir şehir sarmıyor artık gözyaşlarımı hiçbir söz hiçbir anlam hatta boşluk nihayetindeyim sonsuzluğun bile... denizler umutlar için vardı yolların bittiği yerde bitmezdi yürümek düşüncelerin çaresizleştiği andaki sabır sevmek için yaşamak naftalin kokulu sandıklardan öğrenilmiş yargı: ’zaman geçer yaşlanır bileklerindeki öz su anılar kumaşı eprimiş bir gömlek gibi duracaktır şimdilerinde o şimdilerse hiç bitmeyecek şimdileşecek bütün yarınlarda...’ ağlayışlarımın tonundan ürkeceksin zamane yıldızlarına kanıp şu meşhur göğün çocuk kalmak özgürlüğü yormaktır oysa bütün doğruların vicdanını isyanını en basit hüzünlerin bile mutluluğun hayata boyun eğişini... nihayetindeyim sonsuzluğun ütünce yalandan doğruların kanı bir nebze de olsa hayatın sıradanlığını şahdamarımda durdu zaman kendi kendine ve yalnızca sen gidince anlamlıdır yollar şehirler kötü kaderlerine razı gidişinde sadece ben yokum acemi ölümler öğrensin diye zamanın sonlanışını... Kağan İşçen |