sarmaşıklar fısıldaşırkenhangi ayrılığa binsem mumyalanmış bir yüzün rengi gibidir ölüm yüreğimde korkunun grisi uzun ve kirli göçebe yalnızlığın ömründe durulanırken aklım aylak yolculuğun tarihinden çıkarıyorum masalımı yangınlar başlamadan ve sersemliğimi sis kaplamadan canı ağzında aşk gibi haykırıyorum kente beceriksiz bir çocuğun kalemiyle çiziyorum kırık geceyi her defasında acemi her defasında yapayalnız kekeme anıların kıymetli parçalarında dilim lal üşüyerek ve biraz şaşkın hep kendime sıçrıyor fırtına hırçın bulutların bedeninde susuyorum/ susunca sular da dalgalanıyor düşlerimin sarışın güzüne zehirli umudun çiy düşen çiçeklerine benziyorum sonsuz bir boşluğun hapsinde toprağım ve karanlığım her bildiğim resme sevinçlerim gürültüsüz sözcükler bulurken başlıyor yağmur sesi güzel olanların omzundan dökülürken o zaman yazıyorum adımı buğulu camlara soluğum soluğunda nefes alırken ve sarmaşıklar fısıldaşırken yüzü biz oluyoruz mumyaların tek tük ışıklar doluyor aydınlığı da hep hüzne benzeyen anlıyorum hep rüzgarla sürüklendiğimi |
İşte tamda böyleydi şiir.Sezinletmekten ziyade gün yüzüne tutmuş düşüncesini şair. Ne güzel bir söz.
Henüz şiirin başında bir sis kümesinin ardına pustuğunu ve görebildiğinin,görebileceğinin de bu belirsizlik ardında olduğunu göstermiş kalem sahibi.Bu yüzden bu karamsarlık,bu yüzden bu kendinden sıyırıp gecenin rengine çalış. Bu yüzden bütün resimler,gözle görülen,gözde görülen,gözle bilenen!...Yani ömrün şahitlik ettiği bütün kareler karanlıktan alır feyzini,bu yüzden renklerin her biri biraz kirli...
Oldukça başarılı bir şiirdi,teşekkürler paylaşımdan ötürü şaire.