2
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
2946
Okunma
‘Ses ver sesime, yankısız bırakma feryadımı,
nasıl seviyorsam yaşamayı seni de öyle seviyorum’
Otuz altı mevsim sonrası, soğuk bir kış gecesi
Parmaklarımı üşüten yalnızlık, soğuğun yabancı bir dilde karşılığı.
Mevsim kış, ama bir parça kar yok,
Gökyüzü gri ama kar inadına yağmıyor…
Kimsesiz limanlardan birindeyim, diğerleri gibi terk edilmiş ve çürümüş.
Martılar her zamanki yerlerinde, açlığın derin boşluğu çığlıklarında
Vurdumduymaz tok bir acıyla gözlerimi uzaklara sürüklüyorum,
Ve hala kar yağsın diye bekliyorum…
Küçük bir balıkçı teknesi, kimsesizliğimi ağlarına sarıp,
Balıklara yem diye sunuyor.
Biraz sonra bir fırtınaya dönüşecek hafif yel kırlaşan saçlarımda eski bir ağıt gibi.
Tüm gücümle bağırıyorum, geri dönün, birazdan kopacak fırtına,
Sizi de alıp götürecek, sesimin ulaşmadığı yankısız yerlere…
Ve gözden kayboluyor balıkçı teknesi, birkaç martıyla aynı anda.
Sol elimin esmer yanığı rengi havanın bembeyaz soğuğunu hissediyor,
Ama kar yine de yağmıyor…
Yürüyorum, geride bırakıp kimsesiz limanları yokluk kaldırımlarına,
Kendimi bir sokak çocuğu yalnızlığına terk ediyorum,
Kendimden uzaklaşıp bir kenti baştan sona kaldırımlarda arıyorum.
Gözlerimin değdiği her yerde farklı bir acı büyüyor, bir çok sesten sadece birini anlayıp,
Duvarların ötesinde karın yağmadığı bu şehirde bir cinayete kulaklarımla
Şahitlik ediyorum…
Sol kolumun ağrısı siyah kazağımın artık ısıtmadığını anımsatırken
Yürümeye devam ediyorum ,
Kar eski bir romanda unutulmuş çok eski bir şehirde
Benimse sadece umutlarım var ve geride kalmış otuz altı mevsim…
Aykırıyım bu zamana, düzensiz adımlarım kör karanlıklarda,
Yeni bir son mu derken dudaklarımla, dilimi kanatıp susmayı diliyorum tanrıdan…
Ellerim buz gibi ama kar yağmıyor bu günahın üstüne…
Unutuyorum bu kenti, ayak izlerimi siliyorum kaldırımlardan,
Cinayetleri bir bir yankısızlığa sürgün ediyorum
Dağları özlüyorum, bir dağ ateşinin sıcağı belki de yeniden hissettirir parmak uçlarımı.
Çadıra benzetiyorum uzaktan, yaklaşınca tahtın da başsız bir kral
Çırılçıplak ve savunmasız,
Bir çok kül yığını ve çaresiz mitolojik çığlıklarını duyuyorum
Sesler sonra bir ağıt en sonunda dağ ateşinin dumanıyla sonsuza karışıyor…
Nefesim onca mevsim sonra burada ihanet ediyor bana
Kar hala yağmıyor, ellerimi özlüyorum
Bir zamanlar dokunmak istediği ne varsa hepsini özlüyorum…
Taş ve dikenlerle, yol uzun
Doruklar bu yüzden mi ulaşılmaz bir sevgili?
Gökyüzüne yaklaşıyorum,
Hangi bulutu tutsam diye gözlerimle gülerken
Yanı başımda bir ses çaresiz
Bilmediğim bir dilde anlamadığım bir şiveyle.
Karşı tepelerden yankı bulup döndükçe dilini bilmediğim bu çığlık bile
Yitirilmiş bir yaşamı belki de birden çok insanı anmak niyetinde…
Yıldızları büyütüyorum gözbebeklerimde, sabaha vardım nerdeyse
Güneş tam kalbimin üstünde
Bir de kar yağsa bitse bu kirli yalnızlık, beyaza bürünse gri yeryüzü
Bir mevsim daha geçse…
Güneş kayıyor yıldızların yerine
Sabah olmasını beklerken
Ölümünü izliyorum güneşin
Doğudan batıya doğru…
Bir sürü çığlık,
Çoğu kadın, çoğu çocuk
Çoğu benim çoğu sen, çoğu biz
Hepsi yankısız hepsi aynı dilde
Anlasana…anlasana…
5.0
100% (3)