GÜN YÜZÜNDE : HÜCRE MEKTUPLARI
sana ne yazayım yürekten geçen
sana ne söyleyeyim bu pencereden ne yazsam okunuyor, ne desem dinleniyor çektiğim her çetele, ertesi gün siliniyor en son tek renk karanfil kalmıştı hücremde onu da bu sabah alıp götürdüler, ipe çektiler. ahh gülüm benim, yürekten vurgunum, sevgilim ne bir deli dalga var duvarlarımı döven ne bir damla ışık, gölgesi üzerime düşen bir türküm kalmıştı dilimden düşürmediğim ihbar üzere onu da götürdüler, kurşuna dizdiler ahh gülüm benim, aydınlık yüzlüm, özgürlüğüm gözlerinde kömür karası deli hasretim çocuklarımın başak sarısı saçlı bereketim ellerim var sana uzatacak, bilsem ki kesecekler bir de beynim kaldı memlekete emanet onu da delik deşik edecekler ama bir kıvılcım doğurmuştuk hani bilirsin bir şafak vaktiydi, dağdaki ateşimizden işte onu söndüremeyecekler. ah benim memleket sevdalım, iki gözüm, yoldaşım dikenli teller nasıl parçalıyor bilebilsen avuçlarımı yakalamak isterken güvercinin kanatlarını oysa bir parça özgürlüktü karartılmış sevdam ve şehir sokaklarında dolaşabilmekti seninle kol kola gördüğüm her kitabın karıştırmak sayfalarını kalın kalemle çizmek acıların, meselelerin altını işte bu korkuları okuttu düşüncelerimi düşüncesizce bir öldüm bu sebeple, bin öldük sebepsizce. sana ne yazayım bir tanem, yürekten geçen sana ne söyleyeyim daha neler, bu pencereden ne yazsam okunuyor, ne desem dinleniyor başka bir şey gelmiyor elden. ama benden sana ahh gülüm, batmayacak güneşim bir yiğit şahin gibi en şimşekli gökyüzünde gene sana gülümseyeceğim bulutların üzerinde Cevat Çeştepe |
hücreler...
içinde büyüdüğümüz, dışında küçüldüğümüz
ama eninde sonunda yeniden mektuba dönüştüğümüz,
dar mekanlarda engin okyanuslara açılan
geniş zamanlarda şimdi'yi duyumsatan
ve sevdayı an'dan uzaklaştırıp yaşama sarmalayan
günümüzün ilk ışığı, gecemizin sonsuz karanlığı
ranzamıza düşen akşam güneşi, yorganımızda ısınan sabır ateşi
ve kavgamızın ilk masumiyeti, desem sevgili
sana hasretimi dinlemeden asarlar mı beni?
içten tebrik ve saygımla,