KIZILDAN ALACAYA YOL GİBİ
bir şafak kızıllığındaydım,
potemkin güvertesinde, bütün topların aynı anda patlamasıydım . şafak kızıllığında sevmek seni canımın içi, seni sevmek tepeden-tırnağa, katıksız ekmek gibi sevmek memleketi uzak dağlarında koklarken saçlarını, ayak izlerin kumsalda kum tanesi yani doğumdan başlayan bir kavga, susmayacak çığlığıyla, ölüme kadar sorarsan anlatırlar sana, bu yolda ölen bütün arkadaşlar. şafak kızıllığında sevmek memleketi, memleketi sevmek canımın içi, kan- ter içinde soluksuz sevişmek gibi ve o ter damlalarının her biri, namlusundan fırlayan bir mermidir sanki yani kan gölü olmuş siperde, bir kardelen mızrak olup, doğuncaya kadar bil ki öncesi kara kış gibidir ama arkası mutlak bir bahar. /aç bir orak gibiydik seninle, beraber biçerken ekinleri alın terimizi köprü yapmıştık, aşmak için delirmiş dereleri/ * * * şimdi akşam alacasındayım, babaları yosun bağlamış iskelede, kanatsız bir martı çığlığındayım . seni sevmek canımın içi akşam alacasında, seni sevmek dalgalı fırtınalarına rahmet, bereketli bir iftar sofrasında uç noktasına sonsuz manzaraların, ayaklarını uzatmak gibi bu limanda ölü dalgalara destan yazmaktır, son yakamoz ay ışığında, okuyana kadar sonra en derin sarhoşluk, düşlerinde kopsa da fırtınalar. bu limanı sevmek akşam alacasında, bu limanı sevmek canımın içi, boy veren dalga gibi kurtuluş havasında çizgisiz ufuklarda da soluyabilmektir yani, bir vapurun uzak dumanında rüzgarda savrulurken saçlar, ne varsa yaşanmamış, akla gelinceye kadar sorarsan anlatırlar sana, adı gözyaşı olan bütün yağmurlar. /şafak kızılından çıkarak yola, varınca akşam alacasına gördük ki bütün hayaller saklı kalmış, bulutların arkasında/ aç bir orak gibiydik seninle, beraber biçerken ekinleri alın terimizi köprü yapmıştık, aşmak için delirmiş dereleri ama ne yazık…, şafak kızılından çıkarak yola, varınca akşam alacasına gördük ki bütün hayaller saklı kalmış, bulutların arkasında Cevat Çeştepe |
ve anlayan icindir bu devasa heykellerdeki cestepenin siirlerindeki gizem...